8 Aralık 2009 Salı

"Fak Yu!!!" Dediğimiz Anlar

Hayatımda en sevdiğim filmlerin çoğunun festivaller esnasında (!f , İstanbul Film Festivali, Filmekimi) kaçırmış olduğum ya da gözümden kaçmış filmler olmasından nefret ediyor. Hemen birkaç örnek; Eternal Summer, Une Vieille Maitresse, The Fall ve pazar sabaha karşı izleyip, !f'te gösterilmiş olduğunu iki dk. kadar falan önce öğrenmiş olduğum Mannen som Elsket Yngve. Tabii bir de bu filmlerden bazılarının esasen kitap olduğunu öğrenmem (tekrar bkz. Eternal Summer, Mannen som Elsket Yngve) ve kitapların çevirisinin pek ortalıklarda olmadığını fark etmem de var...
Hayır, festivalde kaçırmış olmak iğrenç olsa da bir derece ama daha çok ağırıma giden o filmleri yeterince takdir edemeyecek bir salon dolusu insanın izliyor olması benim yerime. Bu filmleri en çok ben anlar takdir ederim dediğimden değil, ama birinin gidip sizin bu kadar bayıldığınız filme "Fena değildi işte yaaa" "Sıkıcıydı" diye yorumlar yazdığını görmek sinir bozuyor.
Bu sene hepsine gideceğim çatır çatır, hiç umurumda olmaz sınavmış vizeymiş. Bir daha kaçırırsam böyle bir şeyi delireceğim çünkü...
Bir de şu kitap işine biraz daha eğilmem lazım, Eternal Summer olacak gibi değil ama belki Mannen som elsket Yngve olur, lütfen olsun hatta, olmalı, üstelik o bir seriymiş mesela, iki kitabı daha var, okumam gerek, evet..

5 Aralık 2009 Cumartesi

Little Miss Sunshine'daki Dwayne gibi hissediyorum şu anda, evet...

Eternal Summer aslında bir romanmış, 15 dk. önce öğrendim bunu. Dahası Borders'da bile bulunmuyor çünkü çevrilmemiş başka bir dile. En kocamanından fak, FAK hatta, küçük harfler yeterli değil bu duruma. Ekstradan geri zekalı bir imdb kullanıcısı "Heee evet, hatta böyle bir durum varmış kitapta!" diye dank diye yazmış, hayvan ya...
Hayatımın en büyük amacı şu noktada üniversite kariyer falan değil (ne zaman oldu ki zaten?) o kitabı okuyabilmek, cidden. Diğer her şey sonra geliyor...
Neyse, en azından yüz kez görüp "Amaaan bu ne be?.." dediğim eşcinsel içerikli filmde Joseph Gordon Levitt'in (kendisi rüyalarımın başrolünde birkaçtır, anlayamadım...) oynadığını öğrendim (Hayır, tabii ki Mysterious Skin'den bahsetmiyorum, başka bu...), tek güzel haber o.
Bu hafta sonu tarafımca sinemaya adandı, hatta mümkünse bütün hafta böyle gitsin, cuma Crows Zero I ve Maurice, cumartesi Crows Zero II, Edge of Seventeen (komikti esasen...) ve şimdi Lilies, download'u bitince de Latter Days (doğru tahmin, JGL'li film bu), sonra da Hedwig and the Angry Inch yaparım, sonra da diğerleri. Güneş doğunca The End'e uğrayayım ben bir de evet...
Jonathan'ı merak ediyorum şu anda en çok. Kitapta nasıl acaba, ah bir de bir ilginç bilgim daha var ama since bu blog'u okuyan insanlardan maksimum ikisi (blogu okuyan kaç kişi var zaten 4 mü?) filmi izlemiş olduğu için orayı şimdilik kendime saklayacağım...

3 Aralık 2009 Perşembe

B. Kinney is Always Right

Televizyondaki "Cinsellik-free gay" imajından nefret ediyorum.
Şekilden şekile giren bilekleri büyük bir keyif ve şaşkınlıkla izleyen heteroseksüellerin o ellerin başka işlere yaradığını da fark etmesi gerek...
Faghag'in olurum Kurt, hatta gerçek hayatta da Chris, onun da faghag'i olurum...

Senin olmam Glambert, ama bu görüntüyü yayınlamayan network'leri kınıyorum. Çok hot olduğu ve kaçırılmaması gerektiği için değil ancak Madonna yapıyorsa sen neden yapamayasın?...

17 Kasım 2009 Salı

Little Ashes

Filmi beğendim, bayağı hem de, orada bir sorun yok. Hatta *çok* ilginçti, bir sürü açıdan hem de sadece "Ünlü sanatçıların hayatını bir de böyle görün, yaa neler neler yapıyorlarmış meğer!" gibi içinizdeki röntgenciyi besleyecek açıdan değil. Öte yandan kabul edelim her biyografik çalışma içimizdeki röntgenciyi beslemeye yönelik o yüzden bu filmin de bu açıdan derin bir tatmin verdiği gerçeğini inkar etmeyeceğim. Sadece birkaç nokta var kafama takılan ki illa bu filme has şeyler değil, çeşitli filmlerde zaten karşımıza çıkan şeyler. Filme direkt bir eleştirim yok ama...
1) Filmlerde bahsi geçen karakterlerin anadili yerine İngilizce kullanılabiliyor, evet. Anlamadığım şu, İspanyol olduğunu farz ettiğimiz insanlara neden İspanyol aksanlı İngilizce konuşturmak? Hadi tamam, kadroda bir adet İspanyol'a sahipsiniz-koca filmde tek İspanyol o hatta yanılmıyorsam- ve o İspanyol da mükemmel bir İngilizce konuşmak zorunda değil, e peki diğer iki İngiliz neden aksanlı konuşuyor? "Göze batmaması açısından" yanıtını reddedeceğim çünkü film boyunca kafamda "İyi de bu ikisine neden İspanyol aksanlı İngilizce konuşturmak?.. Ööö, İspanyolca konuşsaydı o zaman herkes?..." soruları döndü...
2) Filmin üç kişisinden ikisini gayet adı geçen insanlara benzer kişilerden seçen cast sorumlusu, belki de bu üçlünün en gudubetini neden Robert Pattison yapmaya karar vermiştir? Yani kesinlikle daha estetik görünüyor, hayatta itiraz edemeyeceğim ama insan kafasından geçirmeden edemiyor yine de~~

Eleştirilerim bu kadar, bir de news flash, Robert Pattison esasen hiç fena bir aktör değil. Ama işte kendsi K-Stew'cuğuyla teen idol'cılık oynamaya bayılıyor, yazık diyoruz biz de.

Merak ediyorum bir yandan, filmde gördüğüm bir iki şey ne kadar doğru. Hadi tamam, bazıları tamamen doğru, mektuplardan, milletin söylediklerinden o kadar uğraşıp bir araya getirmişler ama bir iki kısıma feci kafam takıldı...

Şu eksen'de çalan şarkı fazla doğru "Why are all our heroes so imperfect?"

12 Kasım 2009 Perşembe

Billy Boy

"An old friend always told me 'If you see a hot chick, and you know will never see her again; eye-fuck the shit out of her'.
Someone commenting on Billy Idol's song; Flesh For Fantasy..
Another comment is about how this song is about a time when Billy was considering to be gay... Not sure about that but I still like the comment above...
Heh heh, eye-fuck..heh

Listening to: This Night Has Opened My Eyes by The Smiths
Gotta buy: Taste of Honey
Dreaming of: becoming a character in a Motoni Modoru manga.

25 Ekim 2009 Pazar

I Bet it's Your Fault you Redheaded Giant -_-

Strange things are happening and it seems like they won't stop for some time. Funny how old things can ressurect and bite you in the ass. Well, I'm trying to be as precautious as possible since I value my ass a lot...
We'll see the results soon I guess... *checks the date* oh, pretty soon...

22 Ekim 2009 Perşembe

MGG: Probably the Most Adorable Human Being on the Face of the Earth

"I once gave a girl a bloody fake ear in a Tiffany jewlery box with a letter that said, "will you Gogh to prom with me" yeah, I guess I'm a romantic."

Matthew is probably the coolest, the most adorable human being on earth... Now I feel kinda guilty for looking at Joseph Gordon Levitt all the time while watching 500 Hundred Days of Summer..

20 Ekim 2009 Salı

Okumam gereken kafam kalınlığında iki kitap ve bir o kadar texte, öğrenmem gereken yeni bir dil, bitirmem gereken ve çevirdiğim her sayfasıyla sabrımdan büyük parçalar yitirdiğim çeşitli kitaplarım, ve tüm ciddiyetimi vererek yapmam gereken bir ödevim var. Buna rağmen zaman geçsin, cuma gelsin istiyorum. Cumartesi günü kalkıp tekrar okula gitmem gerekiyor olabilir, ama yine de cuma gelsin istiyorum.
Keyfim için okumak istediğim bir sürü kitap, izlemek istediğim bir sürü de film var. Nasıl ayarlayacaksam hepsini? Bir sene kaydımı dondurup sonra mı devam etseydim, pff yoruldum ...

13 Ekim 2009 Salı

Tarih vs. Pop Culture

Popülarize edilmiş ihtilal dönemi dizilerinin yeni bir örneğini izlemek ya da izlememek... Ama Murat Belge var araştırma kadrosunda. Hmm, herhalde izlemeyeceğim, How I Met Your Mother'ı yeni indirdim zaten. Ay başlıyor, kaçmam gerek yoksa izleyeceğim, pop kültüre indirgenmiş tarih konusunda daha oturmamış düşüncelerim var evet. Salih Güney mi, aaaa kaçmalıyııııım... vay adiler introya Adile Naşit koyup soft spot'ıma dokunmaya çalışmak. Oha ama feminist hareketlerden görüntüler. Biraz izleyelim bari....
Bir de kütük oyunculuk durumu olmasa...
P.S: İş bulun bana, lütfen...

8 Ekim 2009 Perşembe

08.10.09

Bir işe ihtiyacım var, mümkünse Moda'da, saatleri esnek olabilen cinsten. Hatta evden yapılabilecek bir şey de olur, çeviri, yazı vesaire gibi.
Çok şey mi istiyorum? Belki bir bilen vardır...

25 Eylül 2009 Cuma

Even the Same Fucking Brand!

Once again, I just want to quit this town and go start over in a new place where no one knows me. I actually had a chance but was in lack of balls to do it.
Guess I'm not as interesting as I used to be... I gotta study, learn new shit and become unbreakable. Mme. B. told me that I liked playing the underdog and that I only threw bones to my preys to get their attention whenever I feel like it. After this highly accurate analysis she adviced me to become a stray dog (not her exact words but don't we all love to have metaphors in our little desparate literary attempts? oh yes we do.. oh yes we do...) that no one can take their eyes off. In order to survive -especially in my future career- I had to mesmerize everyone, anyone and make sure my contacs were consolidated.
I listened to her pep talk with a bit of amazement(love it when people are lucky enough to make accurate analysis about me) and a lot more of boredom.
Funny thing is, about an hour later I was more than willing to become the stray dog she wanted/wished for me to become. Why? 'Cause once again that asshole made me want it. I don't think I have a father complex but this...entity... makes me crave for it's attention. So yeah... I won't see that thing until I gain some accomplishments. Which means I have to do something till 24 November... That's enough of a motivation, right?...

3 Eylül 2009 Perşembe

Yummy yummy yummy I got love in my tummy


Delicious in so many ways~~

23 Ağustos 2009 Pazar

LLV

Fazla muhteşem kendisi. Wendy adlı şarkısının transtlation'ını kaybetmek istemediğim için buraya paste edeceğim. Sözleri bir yerde bulunmalı çünkü~~

"Staring up at the sky with both hands spread, he flapped his wings,Like a strong and free falcon bathed in radiance.He flew like this, his spirit free.But now, it has changed, the flight has ended, and now you are chained to the Earth.~Ah,I have already seen it all.Since I know everything now,Now I wake in the morning without dreams,And the daytime is a nightmare. I know that my body will now be like lead,My wings will be mere decorations, and my heart tightens.Somehow, I am getting older, and once I am a grown up,With the company of fairies no longer, I will flounder on land.Oh WENDY, you are WENDY, always WENDY, my WENDY,Dream like this, always and always.Nee WENDY, I cannot fly with you anymore.It's saddening, its painful, and I cry, WENDY....Nee WENDY, you will certainly get older too.To see the dream forever is to die.Nee WENDY, someday, you'll become a grown up like me. On that day, where will your wings disappear to?~Gazing up at the sky with both hands spread, he continued to flap his arms in vain,but the sky cannot be reached.....,~Oh WENDY, you are WENDY, always WENDY, my WENDY,Dream like this, always and always.Oh WENDY, you are WENDY, always WENDY, my WENDY,Keep on dreaming, keep on remembering, always.WENDY,Forever WENDY. "

15 Ağustos 2009 Cumartesi

15.08.09

Aklıma geldi bugün, banyodaki radyodan duymuş olmamın da etkisiyle; Brian Molko acaba gerçekten Without You I'm Nothing'de anlattığı duyguları hissetti mi? Ya da i-pod'umun kulaklıklarında söylediğini duyduğum kadar twisted bir ilişkinin parçası olmuş mudur She Wants Revenge'in solisti? Yoksa sadece neyin iyi satacağını çok mu iyi tahmin ediyorlardı?
Şarkı sözlerini daha çok seviyorum şiirlerden, daha duygu dolu buluyorum sanırım. Şu esnada işkence aleti olarak Perry Blake'i seçmiş durumdayım. Bana hem şarkı sözlerini neden daha çok sevdiğimi hem de geçmiş aptallıklarımı hatırlatıyor. Bir daha aptallık yapmak istemiyorum ama, iki boyutlu dünyam bana elinden gelen her şeyi sunuyor. Tek başıma yemek kalıntıları ve çöplerle dolu bir evde ölü mü bulunacağım merak ettirtmesine rağmen nadir olarak mutlu olduğum yerlerden biri.
Önümdeki 4 sene bir şey değiştirecek mi acaba? Geride bıraktığım 5'i değiştirmedi, bundan da ümit duymuyorum artık.
Yarın abuk bir gün. Nefesimi tuttum, bekliyorum...

24 Temmuz 2009 Cuma

Magical~~



http://community.livejournal.com/ohnotheydidnt/37507422.html

We love you too Dan, and we still hope you'd convert one day~~
Ahem ahem, but yeah, it's nice to see the idol of my generation turning out to be such a nice guy. You go mister!

23 Temmuz 2009 Perşembe

Awww

Come on, admit it, they look cute.. Plus i liked the photo, and I mean it... Missed my lomo once again ;_; ...





22 Temmuz 2009 Çarşamba

My Life as a Soap-Opera

Seriously, as I was telling E. last night, my life can be a really good base for a soap-opera. I can't believe how one can go through such drastic changes just in two days. Only in soap-operas or Showtime series I guess...
Now that we know how two days can change/show/destroy/insert verb here a lot, our next experiment will be about the effects of 4 days and the next in line is about the effects of one week.
The most important life changing piece of information is yet to come but that's the season finale right?
Well whatever, I'm at ease right now and wish to remain so. So yes, what's next? I should go buy some books actually, and I need papers too. I'm in an artistic mood, thanks to Patrick, The Tarot Café and M. . Maybe I'll go and search for a new lomo too. Missing my old one as hell.
Anyways, I have something like 12 hours and then the new episode will begin. Should go and get prepared~~

-------------------------

Another remarkable absurd dialogue that should be mentioned;
Between me (C. for Charlotte) and M.(for none of your business), while talking about skin colors and stuff alike...

M.: But yeah I guess your skin is dark...
C.: Yeah well, and sometimes it looks kinda green too O_O !
M.: Oh mine does that too... under green light... ¬ _ ¬
C.: XD

19 Temmuz 2009 Pazar

Yeah Right...

Okay, I guess we all know Selim I was as gay as Cher's fans, and I do appreciate Ms. Park's efforts but The Ottomon Empire never had a sultan as gorgeous as this one and no, janissaries weren't that boyish either.
Still it's lovely to see something this gay from a culture that has made a name for itself for being macho. Macho my ass....




18 Temmuz 2009 Cumartesi

Swine Flu?

I'm sick as hell and don't have a clue why... No it can't be swine flu, it's not a flu kind of thing. Maybe it's emotional stress reflecting itself in a physical way or just plain sickness.
Anyways, I'll just go and die now...

17 Temmuz 2009 Cuma

Dream On

"You're just like a fish in the gutter..."

I've heard a song containing this very lyric in my dream yesterday. And yes, in English...


P.S: The new Harry movie wasn't what I expected it to be...
P.S2: Djarum Vanilla is nice too...

23 Haziran 2009 Salı

Totally Random

As I've finished Harry an hour ago I was trying to keep myself busy when I came across this. Now, I don't like the idea of me doing cosplay but I truly enjoy watching others do it. As for the pictures down below, well this lady (a.k.a Stay) is a solidification of a fangirl's (or a fanboy's) fantasies. I remember seeing her for the first time in a cosplayer photo book my friend had but I've never seen these ones *drool*... Well well, let's not keep you waiting;



These guys are from Mobile Suit Gundam


Tamaki from Ouran High School Host Club


Kyoya (I actually likes this girl better but whatever) and Tamaki from Ouran once again


Shiki from Tougainu no Chi (funny thing is, I had this guy's I mean Shiki's action figure for like 2 years or smt and I didn't have a clue it was a character from a shonen-ai video game ^^;;;; Shame on me....)


Shiki & Akira from Tougainu no chi

Vampire Knight



Vampire Knight once again


*drool* Touga from Shoujo Kakumei Utena

That weird guy from Loveless


Kyohei from Perfect Girl Evolution



Takumi & Reira from Nana


Final Fantasy Advent Children




Yami no Matsuei (which is also a song by L'arc en Ciel made for the very anime..)



This one is from Kaori Yuki's manga Blood Hound


from some anime or manga called Absolute Obedience.. I bet it's yaoi themed and has a slight S&M taste to it...


Shiki once again







Abe & Cain from Trinity Blood


Peace Maker Kurogane




Random but still....

Of course L from Death Note




Eiri Yuki from Gravitation but looks more like Gackt from his Vanilla-era



Kyohei from Perfect Girl Evolution
Yeah I have nothing better to do...

22 Haziran 2009 Pazartesi

I'll Take You To the Moooon and Baaaack

Don't know why but the lyrics popped in my mind just now.
At age 10 I made my mom buy me a Savage Garden CD. Can't remember how I've discovered them or anything (maybe I've seen the video of Truly Madly Deeply or smt like that?) but I remember thinking to myself that the guy's voice was just incredible (though it took him a couple of years to show his voice's true power.. you know with Insatiable and the whole album etc etc) and that he looked more like a she....
Well years passed, Savage Garden decided to call it quits , Darren did some solo stuff and discovered that his natural hair color was really nice too(although I would prefer the goth-ish look). He also decided to come out and get married which is still amusing news for me. As for now, well Darren looks a lot older and I guess he prefers spending time with his hubby rather than making music but who would give a fuck. I still love the guy in a weird way. Plus his old stuff still sound cool. Theeeeseeee tearssss oooof peaaaaaarlllllllll (all these mixed emotions we keep locked away like stolen pearlssss /yeah 9 years have passed and I still know the lyrics by heart, so what?...)
Me likes nostalgia, and I still keep that CD~~
P.S: Whatever happened to that Asian kid with the red hair in the movie "Hook" ?
P.S2: Hmm if everything goes as planned I might go to Jumbo for breakfast this saturday. Cheeseburger for breakfast, yeah, healty as hell...

Harry's Got a Wand

Or Janie's Got a Gun....
Well now that I've reached the good parts of Harry Potter and the Half-Blood Prince it's exciting to see our little wizard as a pile of walking hormones....
*spoiler-ish*If I were him I would have gone to different redhead, but no one ever listens to me~~ *spoiler-ish ends*


My Idea of a Vacation

Reading Harry Potter, eating apple pie, listening to Patrick Wolf.. Sounds kinda like Shoot, Shag & Mary aint it? Plus that order can easily be changed~~







Tomorrow: A day in the island
Wednesday: Sushi and onigiri day with my K.

18 Haziran 2009 Perşembe

Back

Çok karışık ve bulanık bir yazı olacak bu ama ne yapayım, özgür bir şekilde bilgisayarı açıp internete girince çok fazla şeyle karşılaştım o yüzden "Aaa şu bu bu şu biraz da şu şu" moduna girdim...
İlk olarak j-drama girerek yükselen trend oluyor gibi, nasıl oldu anlamıyorum ama kısa ve çok üretilir olması bir de tabii Japon topraklarının en bereketli insanlarını bir araya getirmesi muhtemel sebepler arasında... Bu noktada rastladığım şu cosplay'i de göstermeden edemem. Bilmeyenler için kendisi Ouran High School Host Club'dan ( = best anime ever...) gelmekte. Yukarıdaki tipleme Honey-senpai oluyor. Buyrunuz;


İkincisi, bu senelerdir olan bir şey ama bu kadar "seductive" örneklerini ilk defa görüyorum herhalde. Bu Kore doll haltının bir adı da vardı ama şu esnada hatırlamıyorum. Asya'dan bir sene boyunca bu kadar uzak kalmak iyi değil...


Altını çizmek isterim, özellikle yukarıdaki arkadaşın bakışı ve dudakları nedir öyle...yuh...
Aklıma gelmişken gay sevgimin garip bulunmasına gıcık kapıyorum... Çok alakasız ama belirtmem gerekti...
Gay demişken şiddetle Hero'nun gelmesini bekliyorum. Hero esasen bir kitap, yazarı çizgi roman dünyasında (slice of life değil de super hero'ların domine ettiği çizgi roman dünyası) ne kadar eşcinsel kahraman varsa hepsinin ağzına sıçıldığını fark edince slice of life şekline getirilmiş bir şekilde kendi süper kahraman hikayesini yazmaya karar veriyor. Pek sevgili Showtime ise bunu bir diz, yapmaya karar veriyor. God bless Showtime... Ayrıntılı bilgi için kıç kaldırılması tavsiye edilir.
Bu arada gay super heroes falan demişken aklıma şu geldi. Alan Moore'un her hikayesine bir lezbiyen eklemesi hoş bir ayrıntı olsa da kendisinin bu tavrı biraz yapay hatta "lezbiyen fantazili straight amca" tadında geliyordu bana. Yakın zamana kadar en azından. Geçenlerde ise AARGH!'dan haberim oldu, 88'de homoseksüelliği promote eden her yapımın yasaklanacağını ilan eden İngiltere hükümeti Alan Moore'un sinirlerini bozar, zira bu Alan Moore, karısı ve ortak kız arkadaşlarına açık açık bir saldırıdır. Bunun üzerine Alan Moore bu duruma karşı bir duruş oluşturmak adına AARGH!'ı kurar. İçersinde Dave McKean'den Neil Gaiman'a kadar kimi isterseniz var. Daha güzel haber ise AARGH!'ın çıkarttığı Mirror of Love Beyoğlu'nda bulunabiliyor. Bu hafta sonu almayı da planlamaktayım kendisine sahip olmayı.
Neil Gaiman demişken... Neil Gaiman + Amanda Palmer....ööööğk.... Yanlış anlaşılmasın, ikisini ayrı ayrı pek bir severim ama bir arada çok iğrençler (Porselen kusura bakmasın...).... Amanda'nın Brian ile olması gerekirdi işte, Neil'ın yanına da toplu saçlı, büyük kemik gözlüklere sahip bir teyze gerekirdi. Bu online aşk çok abuk geliyor bana. Aşk fotoğraflarını twitter'lara göndermeler, bloglarda ne kadar şahaneyizler... I Google You bir obzervasyon şarkısı değil yani, resmen Neil'ın Amanda'ya ilan-ı aşk'ı...
Neyse, artık kurtulmuş vaziyetteyim ve kendimi sinemaya adamak için ölüyorum. Öte yandan önce uyku...

9 Haziran 2009 Salı

Funky Funky Eyepatch

Uzuuuun süre boyunca Flight of the Conchords hakkında ne düşüneceğime karar veremedim. Tamam bazı şarkıları çok komik ama fazla bizarre bir sense of humour oluyor arada. Öte yandan grubun iki elamanından biri olan Jemaine (Eagle vs. Shark'taki hödük) hayatımda görüp görebileceğim en iyi David Bowie taklidini yapıyordur herhalde. İlk videonun linkini buraya koyuyorum gerisini youtube'dan aratıp bulabilirsiniz.
Bir de videoya geçmeden önce diğer eleman Bret tanıdık gelebilir ve içinizden bir ses kendisinin acil o sakallarını kesmesi gerektiğini anırabilir. Neden mi? Kendisi bir zamanlar elfmiş çünkü. Geyik yapmıyorum, Lord of the Rings'te Elrond'un arkasındaki elemanlardan biriymiş kendisi. Yuh evet... Hatta bir fotoğraf ile de altını çizeyim durumun.

Çocuk resmen LOTR gay fanfic kapağı gibiymiş yalnız...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Absürd Diyaloglar No: 9747890

Between Me/Charlotte and Porselen Kertenkele;
C: Böyle hafif bir Trent havası da var kendisinde
PK: Hangi Trent?
-Kafadan çeşitli Trent'ler geçmesi; Gay Porn Trent, Kiss Me I'm on Steroids Trent, Emo Hair on an Indsutrial guy Trent, Perfect Drug/Barış Manço Trent, I'm Fucking Marilyn Manson but Shhhhh He's Like the Brother I've Never Had Trent?-
C: Closer Trent, definetly Closer Trent....

Ah Trent nereden nereye... Ruj pek yakışmış halbuki...



Bunu gayet satın alabilirdim fiyatı uygun olsaydı ama sanmıyorum. Anneme Dorothy figürümü bile açıklayabildikten sonr bu kadar da zor olmazdı. Yalnız yapan kişi keşke kullandığı malzemeyi değiştirse...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Reklam: Pink Elephant

Yok sigara olan değil, blog kendileri. Uzun zamandır hanımefendininki kadar eğlendirmemişti hiçbir blog beni. Aynı oyuncakları seviyoruz kendisiyle (sanırım aynı siteyi de takip ediyoruz?). Müzik zevkimiz de ucundan benziyor, Morissey, Amiina falan iyi şeyler bunlar. Filmler, illüstrasyonlar, çocukluk takıntıları derken kendimi alamadım, hala older posts'a tıklıyorum. Lafı uzatmadan, Pembe Filin Rüyaları;
http://epruli.blogspot.com

14 Mayıs 2009 Perşembe

A New Chapter is About to Begin

Şu anda Depeche Mode konserinden eve yeni dönmüş olabilirdim, instead dönem ödevimi götüm tutuşmak suretiyle bitirmeye çalışıyorum.
Ama konu o da değil. Sigur Ros - Svefn g-englar çalıyor şu anda, 26.06.2007'den beri i-pod'umda ilk defa. Bugün Madonna'nın belgeseli sonrası çarptı beni.
Şarkı başlamasıyla aklıma gelen tek şey ise Queer As Folk, Sezon 2, bölüm 2. Şarkıyla birlikte mavi ışıklara boğulmak istiyorum. ~~are you sure?~~
Özledim. Kaç haftadır da Robert kollarımda öyle bastırmaya çalışıyorum.
Yarın dizinin kocaman bir era'sı bitiyor, bilmemkaçıncı sezona girmiştik zaten, orası ayrı ama bu sezon finali de değil, finaller yazda olur. Bu dizinin yenilenme vakti, karakter eklentileri-çıkıntıları. Yazarlar çok zeki, sezon finali hep çok bomba oluyor...

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Gece Gece Hassiktir No: 90322

Yani bu benim dışımda kime ne kadar ne ifade eder tartışılır ama.. Oha... Dönem ödevimi yetiştirmeye çalıştığım şu dakikalarda internet ve copy paste mucizesinin tadına bakmaktaydım ki (ÖSS olmasa copy paste falan yapmazdım ayrıca çok da copy paste sayılmaz ama yine de, kabul bir rip off durumu var) imdb'de bir kez daha "Chris Furrh'ü buldum yehu heheheh" tadında bir başlık gördüm. Bu noktada Chris Furrh kimdir açıklığa kavuşturayım. Efendim, ödevim Sineklerin Tanrısı üzerinden ki okuyanlar bilir, muhteşem bir eserdir kendiler. 16. doğum günümde A. hediye etmişti kitabı bana ancak ben kitabı okumadan önce şans eseri okulda filmi izlemiştim. Eğer kitabı okumadıysanız ve filmi izlediyseniz delicesine etkileniyorsunuz filmde, olaylar aksi sırayla gerçekleşirse ise filmde emeği bulunan herkesin sülalesine küfrediyorsunuz, ama o ayrı bir konu. Filmde konu ve olan biten kadar bir de Jack karakterinin hastası olmuştum. Görüntüyle falan alakası yok, klasik "antagonisti sev" oyunu, bkz. Lost - Sawyer ilişkisi ki adadaki ilişkiler yumağı ilk ham haliyle Lord of the Flies'a atıfta bulunur zaten ki Sawyer dizinin bir bölümünde altını çiziyordu bu durumun ama diyorum, kitabı ya da filmi biliyorsanız bariz zaten o hal, öhöm neyse. Jack kitapta aynı etkiyi yapmamasına rağmen (filmde asiliği glorify edilen karakteri kitapta disipline blow job vermek isteyen minik bir nazi olarak görünce fikirleriniz değişir tabii ve hayır bu bir spoiler değil kitapla ilgili temel bilgi) filmde en enteresan öğelerden biriydi benim için. Dolayısıyla oynayan çocuk araştırıldı, adının chris Furrh olduğu öğrenildi falan da filan. Aşağıda göreceğiniz üzere de tam oyun parkında hayranlıkla izleyeceğiniz yaramaz çocuk modunda bir tipti kendisi, filmden sonra da ortadan kayboldu resmen. Az önce ödev için bilgi ararken imdb'de bu "Bulduk onu biz!" modundaki haltı görünce pek tabii ki tıklamadan edemedim ve evet... bulmuşlar onu. Ve evet, değişmiş... Redneck gibi gözükmediği zamanlarda orta yaşlı tipik seri katiliniz kendisi. Öeeeh diyorum ve durumu daha iyi anlatmaları için fotoğrafları sunuyorum;
Before

After

Diğer fotoğrafları için şuraya başvurabilirsiniz, ben de o esnada düşen çenemş toparlamaya ve dönem ödevi yapmaya devam edeyim. Evet....

http://viewmorepics.myspace.com/index.cfm?fuseaction=viewImage&friendID=218841852&albumID=320093&imageID=2469114

8 Mayıs 2009 Cuma

Billy the Egomaniac

Buna rastladığıma çok sevindim işte. Eski bilgisayarımın çöken çöplüğünde kaybolmuştu bu link ancak bunca zaman sonra kendisine tekrar rastlamak hem nostaljik hem de gündem konusuna (benim gündemim, yoksa evet bazı şeyleri birkaç ay geriden takip ediyorum, kabul) uygun oldu.
Vaktiyle bir arkadaşımın bulup gönderdiği bir şey bu, the title is self explanatory, linke tıkladığınızda daha da açık bir şekilde anlayacaksınız ne olduğunu. İlk okuduğumda bayağı güldüğümü hatırlıyorum bakalım aynı etkiyi yapacak mı? Belki bu Tila olayından sonra Billy'ye laf ettirmemekten vazgeçtiğim için daha bile komik gelebilir. Salak Billy, yaklaşık 5 kişiden oluşan okuyucu kitleme böyle rezil ederim seni. Buyrunuz, güle güle okuyunuz;
http://www.katefuller.com/btem.html
Online comic'lerden bahsetmişken, asıl tüm dünyanın en iyi online comic'i olabilecek bir adet biliyorum ama neyse, o başka bir zamana, zaten çizeri şahıs bıraktı projeyi, ühü. Öhöm, hala komikmiş bu arada, enjoy~~

6 Mayıs 2009 Çarşamba

You're kidding, right?

Daha geçen gün Miyavi'nin evlenmesi haberine yeterince çenem düşmüştü. Hayır Miyavi'yi çok sevdiğimden hatta sevdiğimden falan değil, aksine çoğu animeye bulaşmış kız ve erkeğin aksine hiç de öyle bir Miyavi hastalığım olmadı. Sadece etrafta dolanıp ne kadar J-rocker varsa öpmesini takdir ediyordum.
Hadi o tamam, bu sefer de Trent'in nişan haberi geldi, bir kez daha "Oha..." dedim ama ne yapacaksınız, beyefendiye bir yaştan sonra fisting ağır geldi, settle down eylemek istedi falan herhalde. Ya da Marilyn'in acısını atlatamadı, bilemeyeceğim... Ne olursa olsun nişan/evlenmek falan garip kelimeler benim için hele ki rock star modundaki insanlarda o durumu hiç anlayamıyorum. Ama neyse, bu da bir şey değil...
Bir şey olan şu, Billy Corgan ve Tila Tequila MIIIIII??? Billy Allah seni kahretmeye, ulaaaan grubun dağılmasına sebep oldun bir şey demedim, Courtney Love'la takıldın bir şey demedim, Zwan gibi bir projeye utanmadan imza attın yine bir şey demedim, gümüş deri pantolondan Türkiye bayraklı t-shirt'e geçtin yine kabullendim ama that's it dude, you've just lost my respect...
Yani tamam, A Shot at Love with Tila Tequila'yı en az senin kadar eğlenerek izlemişimdir, ona eminim Billy ama yok yani, bu kadarını kaldıramayacağım (Bir an için Billy'yi yarışmacılardan biri olarak düşündüm programdaki, çok kötü lan). Hadi her şey bir kenara, o kız Dani'ciğimin kalbini kırdı, insan en olmadı onu düşünür -_-
Billy, Adore hayatımın albümlerinden biridir ve grubun hayatımda cidden önemli bir yere ait falan ama yok canım, sen yaşlandıkça iyice sapıttın bitirdin olayı. Bundan sonra da Paris Hilton'ın BFF'i olmanı diliyorum, atılacak en iyi adım odur çünkü Tila'dan sonra.

Gerzek...


4 Mayıs 2009 Pazartesi

Joeeee~~

Bu J-drama işi hem çok şahane oldu hem de çok kötü. Evet, kafam bu kadar doluyken beni bu kadar mutluluğa itebilen bir şey gerçekten şahane geldi, ayrıca dizinin de hastası oldum ama şimdi kafamda sadece daha çok j-drama izlemek ve Japonya'ya gitmek var.
Kendime hakim olup olasılık problemleri çözmeye devam ediyorum, ayrıca ağır ötesi bir sınav haftam var ama çeşitli meditasyon yöntemleri ile (bkz. duvara yumruk atmak, kitaplara kafa atmak, çığlık atmak, deriye tırnak geçirmek vb... ) kendime hakim olup çalışmalara her zamankinden daha derin bir şekilde kendimi vereceğim. Bu esnada bırakınız J-drama'yı HIMYM, Lost, GG hepsini rafa kaldırdım.
Şimdi sürekli kendi kendime diziyi hatırlıyorum eğleniyorum falan. Beni uzun süre idare edebilecek kadar iyi bir arkadaştı zaten. Hem ne güzel kenarda köşede "Daiiiiigoooooo" diye ölüyorum falan, fandom hepimizin ihtiyacı olan bir şey. Ki aklıma gelmişken, Daigo'cuğum o kadar yeteneklisin fan service konusunda, neden daha çok yapmıyorsun? Bir de işin güzeli kendisi nerd gözlüğü olayını yeni imajına dahil etmiş, şahsen payetli kovboy kostümünden daha çok destekledim. (Oha bu arada Daigo'nun büyükbabası vaktiyle Japonya'nın prime minister'ıymış, ööö, Daigo hakkında ne düşünüyordu acaba *mavi payetler...* ).
Ve de günün son hassiktiri Yoshitaka Yuriko'nun 88'li olmasından geliyor. Eminim eski bilgidir ama ben yeni öğrendim tabii. Kendisinin de çok büyük hastasıyım. Yaz gelsin her türlü dizisine filmine bulaşacağım.
Yaz gelsin...
P.S: Tara Jane konserini berbat etme potansiyeli yüksek insanlara karşılık benim de kendilerinin ağzına sıçabilitem çok yüksek.

28 Nisan 2009 Salı

Soru;

Bir cesede uzayda ne olur? Yani çürümek ya da basınç farkı yüzünden patlamak falan açısından, bir ceset uzaya koyulsa başına ne gelir? Bilen var mı?

22 Nisan 2009 Çarşamba

This Whole Twitter Thing is Getting A Little Messed Up...

Oha, önce Hal Sparks'ı Gene Simmons'ın daha genç versiyonu olarak bulmak (tam böyle 80'lerde iş yapmış 90'larda işi bitmiş hair metal üyesi amca gibi, ıyyyk feci lan...) sonra da Katherine Moenning'in 30 Seconds to Mars'ı follow eylediğini görmek.
Bu ne be? Twitter'la ünlü röntgenleme isteği falan kalmıyor içinizde çünkü röntgenlenecek bir şeyleri olmadığını görüyorsunuz. Hadi çok korkunç olsa da belki Hal Sparks'ı böyle kabul edebilirim -ya da edemem, bilemiyorum, çok korkunç lan, kafanıza "ezik aşık" olarak kazınmış birini "My wife is a porn star and sure dear, I'll sign your boob" kıvamında düşünün, yayks- ama 30 Seconds to Mars?! Kate senin yaşın 30, bu ergenlik niye? Kabul Jared senin iki katın yaşında ve hala emo, ama o Jared, zaten onu umursayan yok, her filmde görüp "Aaa yine Jared Leto" dediğimiz biri kendisi.
Korktum lan resmen...

anneciğim.

ÖTE YANDAN; şu esnada öğrendim ki Peter Paige History Boys'un LA versiyonunda oynuyormuş *jawdrop* ... History Boys'u izlemiş ve Peter Paige'i bilen bir insan olsa şu anki halimi anlardı ancak bu konuda büyük ihtimalle yalnızım. Merak ettiğim şey ise Peter Paige'in role uyup uymayacağı, şu anda adını hatırlamadığım ancak orijinal kadroya dahil ve filmde de oynayan İngiliz beyefendi rolün sözlük karşılığıydı çünkü.

Oha bu arada, QAF kadrosuyla ilgili bir çok yeni materyal geçiyor elime ancak güneş doğmak üzere ve ben biraz uyumak zorundayım. O zaman önce As the World Turns sonra da uyku, evet...

21 Nisan 2009 Salı

We Should Go Back to the Island

Çok pis sıkıldım, feci hem de. Öss'ye bu kadar az kala depresyona girmem tam bir aptallık olur ama son iki günümü test kitaplarından kaçarak geçirmek dışında bir şey yapmadım ama biliyorum ki eğer şu anda kendimi elime bırakın test kitabı yaprak test bile almaya zorlarsam çıldırıp aylar boyunca yataktan çıkamayacağım. 1,5 senedir bir sürü nedenden dolayı kendimi tutuyordum ve galiba artık olmuyor.
Sanırım yarın sabah çooook erken adalar vapuruna bineceğim. Belki Büyükada'da inerim belki de sadece vapura binerim bilemiyorum. Belki yolda temiz hava falan iyi gelir ve test çözebilirim tekrar. Panik ataklarım kapıyı çalışıyor bu ara, test çözmemenin getirdiğ vicdan azabı da var sanırım. Temiz hava panik atağı önleyebilen bir şey değil ama en azından oksijenle temasım biraz daha fazla olur diye düşünüyorum.
Ya da belki de i-pod'a yüklediğim edebiyat özetlerini dinleyerek Bostancı'ya kadar yürürüm. Uzun zamandır yapmadığım bir şey sanırım yürümek de. Sabaha karar vereceğim sanırım. Ama adada bir bardak çay içmek çok büyülü geliyor şu anda...

18 Nisan 2009 Cumartesi

Even a Soap-Opera Can be Fun When You Add a Little Bit of Rainbowdust in it

Ay gece gece çok eğlendim. Sabaha kadar da eğleneceğim sanırım. Tamam hemen anlatıyorum.
As the World Turns adlı bir dizi var, 1956'da başlamış ve hala present, üstelik hafta içi her gün yayınlanıyor. Yuh değil mi? Hatta 13000 bölümleri mi ne varmış, çüş efenim çüş...
Dizi '88 senesinde soap-opera'lara ilk gay karakteri katıyor.
Ancak bizim işimiz daha yakın bir zamanda; 2007. Dizi sezon sezon ilerliyor gibi. Belli karakterler üzerinde yoğunlaşarak geçiriyor hayatını, karakterlerin hikayesi bittiğinde hooop yeni chapter. İşte 2007'ye geldiğimizde bu sefer ilk çatır çatır gay karakterle tanışıyoruz. Özetlersek; straight guy crush. Bir karakterimiz (Luke) pek arkadaşının erkek arkadaşından hoşlanmaya başlar (Noah) ama Noah pek tabii ki straighttir, yoksa değil midir, yoksa nedir, dı dı dı dııımmmm!
Hayatından bezmiş ve varolan her yerde gay dramayı kabul edebilecek bir insan olarak (ve çok şahane bir sahne izleyerek bu diziye adım atmış biri olarak) koşun diyorum. İzleyiniz acil. Ve tamam karakterler biraz fazla erkeksi olabilirler ama şikayet edecek durumda değilim. Queer As Folk ile televizyonda adam gibi bir gay yapım da olmadı zaten (buna sevmeme rağmen -en azından ilk 2 sezonu- The L Word de dahil), bunla idare edeceğiz artık.
Çocuklarımız için; http://en.wikipedia.org/wiki/Luke_Snyder_and_Noah_Mayer (sarışın/Luke tam boyband üyesi, hatta Westlife mı ne vardı ondaki geniş suratlı çocuk, hatırladınız değil mi, evet o...) Yalnız çok pis spoiler var sanırım, dikkat ediniz.
Ben şimdi diziye dönüyorum ve saatin 03:47 olmasını umursamıyorum.

P.S: Sevdiğim/hayran olduğum/takdir ettiğim herkesin eşcinsel ya da en kötü ihtimalle eğilimli çıkması beni çok eğlendiriyor. Bryan Fuller da gay çıktı (Pushing Daisies'i yaratan ve Heroes'un büyük sıçmışlığını toparlayan kişi) başkaları da var ama neyse, çok mühim değil. Acaba Pushing Daisies için Lee Pace'i Soldier's Girl'de görüp beğenip mi seçti diye sormaktan kendimi alamam.
Bu arada yakın zamanda Must read'e şahane gay bloglar yapıştıracağım, hak ediyorlar. Neyse Luke, Noah, durun geliyorum...

Aaah drama and gayness, what more can a human being want~~

14 Nisan 2009 Salı

What's the Difference Between Peanut Butter & Jam ?

Eğer izledilerse bir cümlelik bir şey N. ve Ç.'ye; Oha, Ted biziz, fark ettiniz değil mi?...
Ah bir de esprinin punchline'ını Barney'nin dudaklarını okuyamayanlar, HIMYM izlemeyenler ya da sadece sorunun cevabını merak edenler için aşağı yazacağım minimal harfler ile.


Bunun dışında;
Bat For Lashes*
My Brightest Diamond*
Antony & The Johnsons*
Jens Lekman*
Patrick Wolf*
Andrew Bird
The Dears*
CocoRosie
The Cure*
Ladytron
PJ Harvey*
Beirut*
Rufus Wainwright*
Turnede olup İstanbul'a gelip gelmeyecekleri belli olmayan isimler. Yalvarırım bu yaz hepsi ya da en azından yıldız koyduklarım gelsin. Oldukça boş ve programlara açık bir yazım var, kullanmalıyım kendisini (3 konserden sonra ağlayarak evimin ya da N. ve Ç.'nin evinin rahatlığına koşarım diye düşünüyor olabilirim ancak NEİN! Para mara dinlemem, hepsine giderim, ağlayarak da olsa giderim, evet...).
Bu arada yıldızlı isimlerin dördünü daha önceden izlemiş olmam başkalarına garip gelebilir ancak bu konserlerde yanımda olanlara gelmez sanırım.
-Bir de listede yok ama She Wants Revenge gelsin-
Things might be going well, and I'm not *that* depressed. We'll see what happens, neee? (oh ne kadar multilingue bir insanım, mon dieu mon dieu (şaka bir yana bu 5. dil oldu...) )

Bu yazımı eski bir şarkıyı söyleyerek kapatıyorum; Diiig meee nooow, fuuuuck meee lateeeer and sing it to the tune of faggot, faggot, faggot!

As for the punchline (i warn you, this one is dirty...);

You can't peanut butter your dick up someone's ass

11 Nisan 2009 Cumartesi

Gerçekten Bir Muamma

Fleetwood Mac'i sevmem. Öte yandan sorum şu, The Chain adlı parçaları nasıl bu kadar aptal folk-rock bir biçimde başlayıp 03:04 itibariyle bir anda Siouxsie kıvamlı post-punk moduna geçer? Ve de sen bu şarkıyı bu kadar iyi bitirebiliyorsan neden en başta öyle yapmadın ey grup. Sylar'a şükredin, dayanamayıp dinliyorum şu son kısmı. Chaaaaiiiiinnnnnsssss keeep uuussss togeeether

9 Nisan 2009 Perşembe

That's my old man for ya...

Tamam, bunu cidden anlatmam lazım. Galiba obzervasyon + özetleme yeteneğim babamdan geçmiş. Nedenini ise hemen söyleyeyim, az önce kendisi Japon pornosu kavramını olabilecek en mükemmel şekilde analiz edip maddeler halinde özetledi. Hem de seslendirme eşliğinde ("Ay hele o kızlar zannedersin dayak yiyorlar 'Iğğğhhhh aaaaaayyyhhhh, ühüüüüühhhh')... Babamla baba-kız kavramının bokunu çıkarmıştık da sanırım kendisi de inkar edemeyecek bu ikimiz için de yeni bir nokta oldu; porno muhabbeti yapmak Xd ... Ayh.. babama gülüyorum hala; "O aletlerle yarım saat bzzzt bzzzt, öff yani!". Kendisine katıldığımı belirttim, hafif bir "Japonya'da Seks" başlıklı seminer verdim kendisine falan. Çocukların babalarının (anne demeyeceğim ben siz isterseniz deyin) porno izlediği bilgisini görmezden gelmeleri gerekir, aynı şekilde babaların ve annelerin de çocuklarının porno izlediğini. Muhabbetin garip yönü oydu zaten "Ööö yani sen izliyorsun?" gibi bir bokluk olması gerekirken "Şimdi ikimiz de biliyoruz zaten..." tadında gelişti olay. Ahahha....
Neyse efenim, salı akşamı Ç.2nin de içime bir kurt düşürmesi ile dayanamayıp tecavüze uğraşmışçasına çizik Charon CD'mi müzik setine yerleştirdim. Özlemişim ya. Belli dozda goth juice lazım arada evet evet. Salı akşamı demişken, uzun zamandır geçirdiğim en güzel saatlerdi herhalde, gerek La Belle Personne'u izlerken gerek Ç. ile sinema öncesi ve sonrası muhabbetlerimizde. Film de, filmden sonraki "serseri" modumuz da pek bir içimdeki ergeni kamçıladı ki kendisi uzun zamandır zincirlerle kitli. Herhalde sinemadan çıktıktan sonra dream evime gidip oturabilmemiz, filmi konuşurken sabahlamamız falan için ruhumu satabilirdim. ama o rüyayı gerçekleştirmek için şimdi kalkıp çalışmam lazım. O yüzden bu noktada durup test çözeceğim. Fak...

5 Nisan 2009 Pazar

Your Mom.. Exactly..

(Spoiler yok sadece film hakkındaki düşüncelerim.) Kafa sağlığımı bu film yüzünden mi tehlikeye attım ben? Yok hayır psikolojik etkilerden bahsetmiyorum, zira kötü olması dışında beynime bir kötülüğü dokunmadı o açıdan ancak eğer migreniniz varsa, sabahlayıp dershaneye gittiyseniz ve eve dönüp kendinizi "Filmin...kalanını...izlemeliyim...öööö" diye bilgisayar karşısına attıysanız film sonrası yattığınız uykudan uyanınca kafanıza entansif tarım makineleri (yeah yeah, i know my geography...) tecavüz ediyormuş gibi uyanmanız pek de şaşırtıcı değildir... İşin kötüsü hepsine değer olabilirdi, film Ma Mere olmasaydı...
Konuyla ilgili hiçbir problemim yok, ahlak açısından şoke edici konuların işlenmesini her zaman destekledim bu da bir istisna değil. Ancak ve ancak filmin realiteden kocaman uzak olması, ilişkinin gelişmesi gibi bir kavramı yok sayması herhangi birini deli etmeye yeter sanırım. Biri sözlük'te Louis Garrel'in "sanat için soyunurum" anlayışının istismar edilmesi demiş. Ben de kendisine çok doğru diyorum. Cristophe Honoré -ki kendisini Les Chansons D'amour'da desteklemiştim- filmi resmen "Ohhhh ergen ergen Louis Garrel... ohh kıçını şu açıdan da çekeyim, biraz da bu açıdan, Louis fazla giyiniksin mümkünse derini de at!" duygularıyla çekmiş. Öte yandan bir başkası da "İsabelle Hupert yaşlandıkça azıyor!" gibi aptal bir yorumda bulunmuş, onun da yorumunu en az film kadar aptal buluyorum. Grafik seks sahnelerinin olduğu filmlerde oynama cesaretini göstermek azmak oluyor evet. Evde sikemedim sette sikerim diye insanlar aktör/aktris oluyor zaten. Ayrıca bu yorumu yapan kişi Haneke'nin Pianisti'ni işin içine katarak bunu söylediyse kendisini Haneke'yi kafasına kafasına vurmak suretiyle dövmek istiyorum. Bu geri zekalılar sonra "Hmm evet sinema, festivaline falan giderim ben, yönetmen kendini aşamıyor ma şeri" diye etrafta dolanıyorlar sonra...
Öhöm, her neyse, filme dönersek, Bataille'ın kitabını okumadım ancak eminim ki karakterlerin duyguları kendilerini o sonuca iten olaylar, hisler çok daha iyi belirtilmiştir. En basitinden, Pierre'in kitapta çok bağnaz bir kafa yapısına sahip olduğunu bilirken filmde iki ezbere dua okudu diye "Ay bak çocuk ne dindaaaaar" sonucu çıkartmak zorunda değiliz. Nedir yani, ödüm bokuma karışsa ben bile "Tanrı benim çobanımdır, benim eksiğim olmaz..." diye başlayabilirim (Mr. Gacy aren't we alike?...) . Her şey bir kenara, cidden, in psychology I trust'ı vurgulayarak, davranışların neden ve sonuçları ve ben sadece davranışı sonra da siktiriboktan sonucunu görüyorsam o film benim için iyi işlenmemiştir. Bir de tabii olayların daha gerçeğe yakın olmasını dilerdim ama film tamamen bol miktarsa lsd'ye bulanmış bir zırvalık dilimiydi. Louis Garrel'in yine oyunculuğu konusunda bir problem yok. Belki bir iki sahnede daha farklı bir ses tonu isterdim ama tüm o boktanlığa rağmen en azından kendisi vardı diyorum. Sanırım Honoré de aynısını demiş çünkü yukarıdaki karikatürize anlatıma rağmen beyefendinin Louis'yi ne kadar sevdiğini de dikkate alırsak film Honoré için bir oyun olmaktan başka bir şey değilmiş gibi geliyor bana. Bu noktada son bir de cinsel içerikli sahnelere değinirsek, gereğinden fazla agresif ve uçuk buldum dolayısıyla da yapay. Tam Marquis de Sade yapaylığında hatta ki bu durum Bataille'dan mı yoksa filmden mi emin değilim ama "Bakıııın ahlaksız kadın ne kadar da ahlaksız bir yaşam sürüyor ve bu kadar ahlaksızlık oğlunu bile nerelere sürüklüyor. Çok ahlaksıııız, biraz daha ahlaksız olamaz, o derece ahlaksız!!!" anlayışının film boyunca hakim olduğu reddedilemez.
Anne-oğul geyiği konusunda yine yeterli bir neden-sonuç ilişkisine sahip olmasa da Savage Grace'i tercih ederim kesinlikle ki onu da çok sevdiğim söylenemez, en fazla "fena değildi" diyebilirim ama ikisini karşılaştırınca Savage Grace donunda sallıyor...
Çok kötü, çok çok kötü ve hayır Louis Garrel'i "görmek" istemiyordum, hiç gerek yoktu ama gözüme soktuğun için çok sağol Honoré, evet evet hepsi sanat için eminim...

P.S: Savage Grace deyince aklıma gelmişti, geçen sene bu aralarda geometri dersimden eve dönerken vapurda Matmazel Luzrette'e rastlamıştım ve filmden bahsetmiştik. Ve hayır her sene bahar aylarını anne-oğul ensest ilişkisi üzerine kurulu filmler izleyerek geçirmiyorum. Sadece tesadüf...gerçekten...
P.S2: Bataille Savage Grace'teki ailemizin dostlarından biriydi yanlış hatırlamıyorsam...

3 Nisan 2009 Cuma

Lui should've met Sada

Saatlerimiz 04:48... Uyku tutmadı ya da sabah 07:30'da uykumu bölmek zorunda kalmaktansa uyumamayı tercih ettim. Bir film izledim, idare ederdi, tam "festival filmi".. bağımsızından hem de...
Şu anda Ma Mere'i indirmeye çalışıyorum. Son günlerin kurtarıcısı Louis Garrel ve ne ara o role büründü farkında bile değilim. Dün Moviemax'te bir filmine rastladım. Çok çok çok kötüydü.. Louis değil, o oyunculuk açısından beni hiç hayalkırıklığına uğratmadı da film cidden berbattı. İki gıdım Louis diye vereceğiniz 2 saate yazık(hani olur da filmi boşver Louis görelim diyorsanız), ha bu arada, filmin adı Actrices.. İzlemeyin...Cidden...
Ma Mere biterse dershaneye gitmeden onu izleyeceğim. Hatta bitmezse de bittiği yere kadar izleyeceğim. Böyle çok twisted bir durumdan çıkıp sonra hiçbir şey olmamış gibi normal insanların arasına normal insanmış gibi katılmak çok garip... Çok Peter Parker - Spiderman. Hele o twisted tarafınızın parçalarını yanınızda taşıyorsanız iki evren birbirine giriyormuş gibi oluyor birkaç saniyeliğine. I-pod'unuzu karıştıran arkadaşınızın kenar köşeye tıktığınız QAF VE TLW bölümlerini bulabileceğini düşünmek falan. Merhaba sınıf, buraya gelmeden önce Brian Kinney'nin asyphyxiation attempt'ini izledim ve şimdi yan sırada oturup soru çözüyorum...
Dün Razorblade Romance'i döndürdüm bir tur. İyice abukluyor muyum ne ama iyi geldi. İstemesem de orta okula dönüyorum gibi geliyor.
İşte tam da bu yüzden film izlemem ve kendimi unutmam lazım... Ma Mere'den sonra listede Gummo var ama onu izlemeye fırsat bulur muyum ki?...

29 Mart 2009 Pazar

Just Like the Movies

Ben yazımı yazmaktayken bir yandan da Big Star'dan Thirteen çalıyor. Şarkıyı ad olarak bilmeyenler için HIMYM'ın Stella ile iki dk'lık date bölümünde tam da iki dk'lık date esnasında çalan şarkı olduğunu söyleyebilirim. Ted'in romantiklik seviyesini ve türünü seviyorum çünkü klasik romantiklik tanımından uzak geliyor bana hep. Odayı güllerle donatmak değil de mavi french horn ile dekore etmeler, tek bir sokağa her şeyi doldurabilmeler falan. Da neyse, HIMYM'dan ve karakterlerden söz edecek olsak her biriyle kurduğum duygusal bağ okuyanı korkutacak derecede korkunç ve uzun olur.
Uzun zamandır adam gibi film izleyemiyordum. Günde iki film(hatta arada daha fazla) izlediğim dönemler olmuştu o yüzden ayın bir haftasında iki kez film izleyebilmenin şu anda bana ne kadar iyi geliyor olduğu komik. Duruma değinmişken, gecenin bir vakti sevgili Goldmax'te Todd Haynes'in bir filmi oln Far From Heaven'ı yakaladım. İlginç bir şekilde...güzeldi. Velvet Goldmine'dan çok daha güzeldi hatta. Daha derin gelişiyordu bence olaylar. Özetlemek gerekirse 1957'nin Amerikası, tam bir Amerikan Rüyası ailesi ancak kocasının eşcinsel olduğunu anlayan bir kadın, "iyileşmek" isteyen bir koca ve kadının tüm bu zorlu süreç esnasında zenci bahçıvanları ile dost haline gelmesi ve basit bir sohbetin bile yol açabileceği problemler. Bilmiyorum uzun zamandır duygusal/psikolojik yanı ağır basan bir film izlememiş olmamdandır belki de, film bana çok güzel geldi. Hele birkaç sahnede kullanılan ışıklar~~ "Işık-sevici" diye bir şey var mıdır acaba? Aquaphilia bile var esasen, ışık neden olmasın, ama hala bir kenarda tuttuğum parafililer listemde hiç rastlamadım böyle bir kavrama. Neyse yoksa da ben yaratıyorum çünkü tam bir ışık seviciyim, diğer sevicilikler listeme eklenebilir...
Bir diğer film de bir Japon filmi olan Kids idi. 2008 yapımı, çok ciddi bir şey değil, başrolde sizin tanıyabileceğiniz Kill Bill'den Go Go yani Chiaki Kuriyama vardı mesela. Diğer bir başrol ise hayatımın oldukça boktan bir döneminde gülmemi eğlenebilmemi sağlayan bir dizinin başrol oyuncusuydu. Dolayısıyla kendisine yüklediğim anlam büyük ve en abuk yapımda oynasa bile kendisini izleyebilirim. Bir karakterin bir dizinin, filmin vs.'nin bir insanı kurtarabilmesi durumuna bayılıyorum çünkü benim başıma çok geliyor. Ve evet gerçek değiller ama gerçekten daha güzel oldukları kesin. Filme dönersek, konusunu bile anlatmayacağım. Merak eden olursa sorar. Tek söyleyebileceğim izlemesi eğlenceliydi. Japon yapımlarının çoğunluğu gibi istediği kadar uzun olsa da baymıyor, sessiz sakin ilerliyor. Tek problem arada bir abuklamasıydı ama dediğim gibi, film izleyemiyorum ve bu bile benim için bir lütuf...
Yine filmlerden gidersek, bugün bilgisayarımdan silemediğim birkaç filme bakındım da, bir kez daha tek dileğim yazın gelmesi oldu. En baştan oturup Soldier's Girl'ü izlemeliyim mesela, bir kez daha, Lee Pace'in karnına taşınma isteğim ise hala yerinde duruyormuş onu gördüm bir kez daha. Sahnelere bakınırken aklıma geldi, hani her ergen nerd'ün fantezilerini Leia'nın köle kontümüne odaklaması vardır ya. Ben de filmdeki o bordo two piece'e aktarabilirim sanırım. Hatta ergen olsam o sahneden bir fotoğrafı duvarıma falan yapıştırırdım, hatta bir saniye... neden ergen olmak, sevdiğim filmlerden sevdiğim sahneler gayet de kendi evimin bir duvarında toplayabilirim. Crying Game'den bir sahnenin yanında Les Chansons d'Amour'un balkon sahnesi, aşağılarda In the Mood For Love ve 2046'dan herhangi bir şey, sonra belki Giant'tan James Dean'in herhangi bir ezik aşık sahnesi falan. To do list'e ekledim bunu şu esnada evet...
Bir de History Boys'a bakındım bugün, onu da en baştan izlemek lazım kesinlikle. Tüm o referans'lar, müzikler, diyaloglar... Filmin değeri izledikten sonra anlaşılıyor sanırım. Bir de hayatımın bir noktasında mümkün olursa- ki umuyorum ki olur- İngiltere'de falan oyunun kendisini izlemek istiyorum. Şu haltlardan kurtulduğumda umarım kıçımı kaldırmama modum geçmiş olur çünkü nefes almaktan fazlasını yapmayı özledim. bir de gümüş amblemli Djarum'ları.. kaç zamandır denk gelmiyor adiler ki ben de hastalık mastalık derken 1 aydır içmiyorum.. pöööf...

24 Mart 2009 Salı

Beyin Kusması

1) Denemem mükemmel geçti bitcheeeeezzzz
2) Final Fantasy/ Owen Pallet, seni seviyorum ama arada bazı şarkıların ciddi bayıyor böyle ortasında deliriyorum şarkının "Bu ne beaaah" diye...
3) Mayısın gelmesi iyi mi kötü mü karar veremiyorum, üstsüz Dave ve Martin / Öss'ye az kaldı evladım ikilisinin terazide aynı ağırlığa geldiğini görmek acıklı, DM'den bahsediyoruz sayın seyirciler, hem de üstsüzünden makyajlısından. Ha konsere gidip gitmeme meselesi değil, bileti satışa çıkar çıkmaz aldım (Porselen Hanım'a acıklı maceramızı hatırlatırım buradan, ve tabii ki taksi dolmuştaki "Üfffff" Teyzesini...) da mayısı sevmek sevmemek meselesi... Buradan über bencil bir hareket yapıp pek sayın Ç.'ye el sallar ve mayısı daha sevgi dolu kılması için konsere gelmesini dilediğimi belirtirim. Tekrar ediyorum; üstsüz Dave ve de Martin (tamam en iyi hali değil belki ama sürprizi beğenmişsinizdir...)...
4) N. kafamı karıştırmasın cidden, geçen geceki telefon geyiği neydi öyle..(anlamsız ötesi bir konuşmaydı evet...)
5) Hayatımın gay tarafını özledim beeeen. M. ile ilgili sürprizden sonra böyle bir "Aaaa evet, ben de lan..." oldu... Bu arada aklıma gelmişken Patrick Wolf Vulture'da böyle Babylon (QAF'taki) meets Bela Lugosi olmamış mı?...
6) Ç... özledim ;_;

13 Mart 2009 Cuma

Nero Nutrient vs. Valerian Root

Bünyesi iyice abuklamış olan ben başlıkta görülen iki arkadaşın yardımına başvurdum. Valerian ile daha tanışamadık, sadece bir merhaba o kadar, Nero ise fena değil gibi, daha yakıcı bir etkisini göremedik ama hadi bakalım, en azından uyanmamı sağlıyor. Bu arada açıklayayım bilmeyenler için, Nero yoğun çalışan öğrenciler için, Valerian ise uyutmak için, exact opposites yani. Bünyemi patlatmak istiyorum evet. Öte yandan bitkisel naneler, en fazla beni yeşil yaparlar, bir bok da olmaz..
Neyse, bu seneki İstanbul Film Festivali'nde tıpkı tahmin ettiğim gibi Milk ve Mammoth var, bir de hiç tahmin etmediğim -çünkü TV için hazırlanmış bir yapımdı esasen- La Belle Personne var. Sırf bunlar da değil tabii, V for Vendetta mı istersin, Sebastiane mi istersin yine bir sürü şey var işte. Öte yandan bu bahsettiğim adlar dışında bu sene çok da ağzımın suyunu akıtmadı sanırım? Bilmem pek detaylı bakmadım her şeye ama genelde şöyle bir göz gezdirdiğimde kafayı yerim her sene. Ki ilginç bir şekilde "hayatımın filmleri" de hep İstanbul Film Festivali'nde gittiğim ya da kaçırdığım arkdaşlar olmuştur. Bu sene o potansiyele sahip bir şeyler yok gibi.
Tabii bu benim filmlere gidemeyeceğim için küfür etmemi engellemiyor. S. yeni başlayan Gael aşkı doğrultusunda sıraya girip Mammoth için bilet alabileceğimizi düşünüyor. Sıraya girebilirsin, bilet de alabilirsin ama sonunda okunuzun ölüm kısmına yaklaştığı gerçeği de var. Ki ben Mammoth'tan çok La Belle Personne ve Milk'i görmek istiyorum, Milk'in vizyona gireceği gerçeğini hesaba katarsak, bana La Belle Personne yeter şimdilik. Louis'nin filmde öğretmen olduğunu biliyorsunuz değil mi? Hahah, evet, ergenlik hayallerinizi besleyecek bir materyal daha, seviyoruz.
Bu arada, söz Milk'e gelmişken, Gus Van Sant'ın -ki nefret ederim kendisinden- kadrosunu oldukça eğlenceli buldum. Emile Hirsch, Diego Luna (Ç. ile yaptığımız sohbet doğrultusunda bir kez daha: Herifin adı ne kadar güzeeeeeeeeeeel!!! Benim de adım Diego Luna olsun yani, o kadar şahane. Ama adım Diego Luna olsa Meksika dolaylarında erkek fahişe olarak çalışırdım, living up to his name felsefesi doğrultusunda dünya da benden bunu beklerdi zaten.) falan. James Franco konusunda ise söyleyecek çok fazla şeyim var sanırım ama şimdilik whatever. Kendisi hakkında filmi izledikten sonra detaylı bir şey yazabilirim...
Birisi hakkında direkt etkisi altında kalınca daha doğru şeyler yazıyorum sanırım. Doğru derken, benim için doğru.
Neyse, yarın gidip festival kitapçığı alacağım, bir de kendimi eğlendirmek için birkaç şey alabilirim diye düşünüyorum. Ona göre festivl konusunda ne yapacağıma karar veririm. Rexx'te oynar mı ki La Belle Personne?...
P.S: Avatar bitti ulan!
Unutmadan, your daily dose of gayness! Hazır bahisleri geçmişken buradaki isimlerin, bir hatırlatmanın zararı olmaz;

7 Mart 2009 Cumartesi

We Could Be Heroeeeesss, Just For One Daaaaay

3 şeyden oldukça kısa bir şekilde bahsedeceğim, aklıma takıldılar sadece, söylemesem olmaz. Belki daha boş zamanlarda daha ayrıntılı bahsedebilirim;
1) We Are Scientists'i seviyorum evet. Özellikle Impatience gerek şarkı gerekse klip (izlenmeliiiii!!!) olarak kalbimi fethetmiştir. Bir de 30 küsür yaşına rağmen hala emo bir şaç stiline sahip, dahası o saçı kendine yakıştıran solist amcaya karşı çok güzel hislerim var. İncecik bir şey zaten, keh keh...

2) Bir diğer "izlenmeliiiii!!!" şey ise Watchmen'dir. Alan Moore'u neden sevdiğinizi hatırlatan bir arkadaş, dahası karakterler şahane, görsel açıdan mükemmel falan. Favori karakterimi tahmin edebilene brownie point vermenin yanı sıra Öss sonrası daha şahane sürprizlerim de olabilir : P

3) Dr. Horrible's Sing-Along Blog'u fazla ciddiye almak.... Evet böyle abuk bir insanım ben... Bildiğin "Eheheheh" modundan çok daha "derin" bir şekilde izledim... Abuk muyum neyim..

Ah bir de, haftaya kadar mucize çocuk olmam imkansız ama olmayı pek çok isterdim sanırım...

23 Şubat 2009 Pazartesi

"As you get older..."

Yakın zamanda biraz daha büyüyecek bir insan olarak belirtmek isterim ki; değişen pek bir bok olmuyor. Tabii geçen her seneyle sizin de "yetişkincilik" oynama hevesiniz artıyorsa orası ayrı, fatura ödemek bazılarımıza eğlenceli geliyor olabilir ya da peluş oyuncaklar bazılarının gözünde o eski kutsal yerlerini kaybetmiş olabilir ama kendi adıma konuşmam gerekirse pek değişen bir şey yok. Peluş oyuncaklar hala şahane, fatura ödemek hala boktan, tayyör vb. yetişkin kıyafetlerini ise umuyorum bir ömür boyu tenime sürmeyeceğim. Kazık kadar olmuş olabilirim ancak hala hayatımı çizgi filmlere adayıp bir karaktere hasta olmayı da ihmal etmiyorum (seneler doğrultusunda bkz. Woody (kesin Jim Carrey'i seslendiren adam seslendiriyor diye hastası olmuşumdur ama neyse), Haruka a.k.a her genç kızın come out süreci yardımcısı vb. ). Tek fark sanırım artık dyke drama izleyebiliyorum falan ama o kadar da olur herhalde, değil mi Zuko'cuğum? Senin yüzünden etüte gitmiyorum biliyorsun değil mi? Tamam arkadaşın gidemeyeceği için bana hediye ettiği bir etüt olabilir ama olsun. Adiler, dublajı da şahane, sadece Türkçe izleyebiliyorum. Neyse, action figure'leriniz falan yok mu sizin?..

P.S: Emile Hirsch, seni seviyorum canım, her ne kadar suratını kıllandırıp Hobbit'sel durumlara girme potansiyeline sahip olsan da o white bow ile beni pek mutlu ettin. Ayrıca Ryan'ın hayatıma girip yaklaşık 2 ayımı emmesi de senin bok yemendir. Canım benim aferin sana ^^

22 Şubat 2009 Pazar

Now Batman Becomes Interesting, Finally!



Filmlerden bahsetmiyorum, sonuçta Uma olsun Heath olsun veyahut Jim'ciğim olsun filmlerin hep ilginç bir yanı vardı. Ama çizgi roman Bane'in Bruce'cuğun omurgasını ikiye ayırmasından beri ilk defa beni eğlendirmeyi başardı..

Özetle ve linkten de anlaşılabileceği gibi, Batwoman geliyor, hem de redhead, hem de lezbiyen... Bundan daha fazla isteyebileceğimiz tek şey yanında butch bir sidekick olur. Hah, olay da yavaş yavaş Rage'e döner mesela~~


Bu yazımı Onch'un Paris'in değil, benim BFF'im olması dilekleriyle bitiyorum, unutmadan tanıştırayım, bkz. Onch;


P.S: Taiwan rules, big time!

21 Şubat 2009 Cumartesi

Ya ama ama...

Bu kadar pahalı olmaz ki ama, bu durumda nasıl alabilirim ki ben bunu (140 $ falan yaklaşık). Üstelik içinde her şey var ;_; Oyuncak bile! Adiler! İçine bir Mario'yu koymadıkları kalmış ki o olsa 140 $ oldukça yerinde bir fiyat olurdu... Karşızda Love of Siam Director's Cut DVD Box Set (hem de ne set)...


Filmin Soundtrack'i

Filmden sahnelerin kartpostalları
Filmdeki fotoğraf


Mew'un bestesinin notaları


DVD'ler



İç kısım, kapak vs




Filmdeki oyuncaaaaaaak ;_; !

Ve de Box Set....

P.S: Sponsor lazım bana~~