30 Nisan 2008 Çarşamba

Bizarre Rock Starrr

Çok sevgili Hanne Hukkelberg'in Boble adlı şarkısını söylediği şu esnada çok uykusu olan ben hayaller kurmaktayım.
Üniversiteye girer girmez akordeon çalmak istiyorum. Akordeon çalmak ve bu konuda olabildiğince uzmanlaşmak istiyorum. Yani hayır "Büyük Akordeoncu" olmak falan gibi abuk hayallerim yok ancak "Akordeon çalabiliyorum/çalıyorum" demek istiyorum.
Sonra N. keman çalar, B. ikna edebilirsem arp, E. belki pianika ile eşik eder ve Hanne gibi sesi olan bir kız ya da erkek de bulursak tamamdır.
Dünyanın en deli enstrüman kombinasyonlu grubunu kurmak ve underground olup ünlenmek istiyorum ben, böylelikle en sonunda düşlediğim gibi "rock star" olabilirim...

27 Nisan 2008 Pazar

Tiyatro Festivali ve Planlar

Kırk yılda bir içimden Spam klasörüne bakmak geldi. İKSD'den mail gelmiş. Yine kırk yılda bir içimden okumak geldi çünkü genelde İKSD'nin programlarını zaten önceden biliyor ve neye gidip neye gitmeyeceğime karar vermiş oluyorum. Tiyatro Festivali'nden de haberdardım ancak programa bakmamıştım, gider miyim de bilmiyordum. Bu seneye kadar tiyatrodan hoşlanmazdım çünkü. Duyguların abartılı yansıtılışı beni çekmez, ne kadar doğal, o kadar iyi, yine aynı nedenden dolayı aşkım sinemadır. Her ne kadar sinemanın hala tiyatroyu dövdüğünü düşünüyor olsam da çeşitli nedenlerden dolayı (güzel Japonlar mı dediniz? Ne alakası var canım?) tiyatroya da bulaşmaya başladım öte yandan sene boyunca da görmek istediğim klasik eserlerin sahnelenmeyişinden yakındım. Ve hayır, Haldun Dormen'in rezil "Kibarlık Budalası" uyarlamasını kabul etmiyorum. Her neyse, en sonundai bugün gelen mail ile programa şöyle bir bakasım geldi. İyi ki de gelmiş çünkü oyunlar arasında çok sevdiğim Caligula da vardı. Ve kendisini izleme şansını -hele ki 10 ytl gibi absürd bir fiyata- kaçırmam mümkün değil. Tek problem kafamda Caligula'nın belli bir görünüşe sahip olması ve o görünüşe ya da en azından havaya sahip olmayan herhangi birini Caligula olarak kabul edebilir miyim bilmiyorum. Sonuçta, zayıf, psikopat bakışlı ve de güzel bir adamın sizle sevişirken kulağınıza "İstesem şu anda boynunu kırdırtabilirim..." demesi ile aynı şeyleri kaslı, kıllı ve deli rolü yapan bir adamın söylemesi arasında fark var. Ama ne olursa olsun gideceğim, Camus'ye aşkımı kabartan oyunu canlı görmezsem hakkını veremeyeceğime tüm kalbimle inanıyorum. Umarım değer.
Bunun dışında Çıplak Ayaklar Kumpanyası'nın Engin-Ar'ına da gitmek istiyorum. Modern dans ya da genel olarak dans ile ilgili duygularım "Ay ne güzel dans ediyorlaaar!"dan çok ortaya çıkan görüntülerin estetikliği ile ilgili. İnsan vücudu muhteşem bir şey ve özellikle modern dans gibi alanlarda o muhteşem vücutlar muhteşem pozisyonlara sokularak insan anatomisinin her bir bölümü adına binlerce resim yapılması ya da fotoğraf çekilmesine layık hale geliyor. Yine aynı şekilde So You Think You Can Dance gibi, belki ciddi dansçıların kıçıyla güldükleri yarışmaları benim severek izleme nedenim de bu. Ayrıca, reality show olabilir ancak oradaki insanların yetenekli olmadığını kimse söylemesin bana. Hem büyük ihtimalle çoğu dansçıdan daha yönlüler. Aynı nedenden yani estetik görüntü durumundan dolayı K.'nın aklıma gelen bir kıyafet içersinde fotoğraflarını çekmek istedim. K.'ya da açıkladım durumu, ancak kıyafet pek hoşuna gitmedi. Kendisini ikna etmek için modern dans kıyafeti falan gibi sebepler öne sürmeme rağmen şu an için sıcak bakmıyor. Kıyafete sıcak bakmayan kendisini traşlamama hiç sıcak bakmaz sanırım. Neyse zaten daha saçının uzaması lazım. Kıvırcıklarını özledim...
Son olarak da Macit Koper'in (hey yavrum Zebercet!) Kırmızı Pazartesi'ne belki giderim. Gabriel Garcia Marquez'e ait oluşu biraz çekindiriyor ama Zebercet'in hatrına belki, neden olmasın? Bir de okuldaki hocalar ikna edilirse Moliere'in La Maladie Imaginaire'ine gidebiliriz belki, o da şahane olur. Ama oyunlar hep akşam vakti. Saniyesinde vazgeçtim fikirden.
Böyle kendimi çok fazla "San'at!" teyzesi gibi hissetmeye başladım ama olsun artık. Zaten How I Met Your Mother'da Lilly'nin oyunu gibi çıkarsa bir daha elimizi sürmeyiz olur biter.

20 Nisan 2008 Pazar

Can't Think Straight + Les Chansons D'Amour








Dün, vaktim olmaması gerekiyor olmasına rağmen (?!) dayanamadım ve içimdeki sesi dinleyerek biletini almayı unuttuğum için gözyaşları içersinde dvd'sini aldığım Les Chansons D'Amour'u izlemeye karar verdim. Baktım zaten 1,5 saatlik bir filmmiş, o zaman neden olmasın diyerek saldırdım kendisine. Neden canım o filmi istedi de The Darjeeling Limited'ı istemedi ya da Hard Candy'yi ya da XXY'ı bilmiyorum. O olacaktı ki o da olsu.



Özetle; filmi çok sevdim! Belki bu kadar sevmemem gerekirdi, abartıyorum ancak hiç de öyle gelmiyor. Filmi gayet zevkle izledim üstelik ağır basmayan müzikal tarafına rağmen. Hemen belirteyim, müzikallerden nefret ederim. Birkaç tane sevdiğim var elbette ancak o kadar. Dolayısıyla müzikal yapılı bir filmi bu kadar sevmem de ilginç bir durumdur. Sanırım kullanılan şarkılar zaten olan şarkılardı, belki bu da durumu etkiliyordur biraz.


~~Buradan itibaren spoiler başlar~~


Belki de bir türlü Michael Pitt ile işi pişirirken göremediğim Louis Garrel'i (The Dreamers'ı severek izlemiştim ancak o kadar seks sahnesine rağmen insan yanı başındaki sapsarı Michael Pitt'i bir kere de olsun şöyle çatır çatır götürmez mi ha?! Bertolucci aklın neredeydi sorarım sana!) 17 yaşında olduğu iddia edilen ve tatlı falan bulmadığım ancak oğlan olmasının yettiği çocuğu götürken görmek duygularımı azdırmış olabilir. Üstüne üstük, filmde Louis Garrel'in karakterinin yani Ismael'in bir kez bile cinselliğini sorguladığını, oğlanla seviştikten sonra pişmanlık duyduğunu falan görmüyoruz ki bence süper bir öğeydi. Aynı şekilde Ismael'in nişanlısı-kızın adını unuttum ya, kardeşini hatırlıyorum da kızın adı neydi? yukardaki sarışın işte- da büyük bir rahatlıkla ailesine bir ménage-a-trois içersinde olduğunu, bir kızla yattığını hiç de öyle "garip" bir şey değilmiş gibi inanılmaz "takmaz" bir şekilde anlatıyordu ki bir kez daha filmde sevdiğim öğeler kutusuna bir şeyler eklendi. Öte yandan kabul ediyorum, Louis Garrel'i başka bir erkekle görmek... aaah! Yani çocuğu şöyle böyle tatlı bulurdum, The Dreamers'da da beğenmiştim üstelik düşünün yanınızda Michael Pitt varsa başkasına bakmam oldukça zor bir durum ancak ona rağmen gözüme girmişti, ama kendisini böyle başka bir oğlanı oldukça esgtetik bir şekilde götürürken görmek, şahaneydi, filmi izleyin...


Dahası Fransız oyuncularda sıkça rastladığımı bir durum var son dönemde; heykel güzelliği. Fuat Ait Aittou (Une Vieille Maitresse), Louis Garrel ve Andy Gillet (Les Amours de Astree et Celadon) gibi dünyevi olduğuna inanmadığım yaratıklarda görülen bu durum yine şahsım

tarafından pek takdir edilmekte.



Kısacası eğer bir ihtimal bu blogu okuyorsanız ya da rastlarsanız falan Les Chansons D'Amour'u izleyin. Üstelik şarkılar da fransızca olmalarına rağmen hiç fena değil.


~~Spoiler burada biter hatta konu da biter yeni konuya atlıyorum~~




Geçenlerde bir Japon dizisi olan Last friends'in ilk bölümünü izledim. Zaten Japon dizisi izleyen bir insanım ancak bu sefer Japon olmasından çok bir dizi olmasına dikkat etmenizi rica ederim. "Ahahah japon dizisi ne laaan!!!" geyiği yapmayın yani...


Konu özetle şu, Michiru adlı kızımız (beni dinleyen lezbiyen ve biseksüel bayanlar, bu ad tanıdık geldiyse daha durun siz!) bir kuaförde çalışmaktadır. Sosuke adlı erkek arkadaşı doğum gününde kendisine birlikte yaşamayı teklif eder. Her şey güllük gülistanlıktır. Ev için alış veriş yapmaya giden Michiru o gün yıllardır (4 sene kadar) görmediği lise arkadaşı -sıkı duruuuuun- Ruka ile karşılaşır (!!!!). Ve tahmin edebileceğiniz gibi Ruka oldukça erkeksi, motorcross ile uğraşan bir kızımızdır. Özlem giderirler vs. ancak Michiru erkek arkadaşının yanına taşınmasıyla kendisinden dayak yemeye başlar ve işler karışır. Hikaye bu iki kişinin yani Michiru ve Ruka'nın



Ueno Juri as Ruka


hikayesinden çok bir arkadaş grubunun hikayesi, bir yandan seksten korkan ve yine

karakterinin adını unuttuğum ancak gerçek adı Eita olan gibi kişilerin de olayları vardır. İlk bölüm şahaneydi dolayısıyla izlenmesini de tavsiye ederim ancak kime? Dahası tavsiye etsem de izleyecekmişsiniz gibi. Neyse, Ruka'nın hastası mıyım? Tabii ki! Ueno Juri'nin Nodame'de de hastasıydım, muhteşem şekerdi ve şimdi bu erkeksi görüntüsü ile daha da muhteşem olmuş. Yıllardır 3D bir Haruka bekleyen biz dişi şahsiyetler en sonunda Ruka ile hayalimize kab-vuşmuş vaziyetteyizdir bence.