5 Nisan 2009 Pazar

Your Mom.. Exactly..

(Spoiler yok sadece film hakkındaki düşüncelerim.) Kafa sağlığımı bu film yüzünden mi tehlikeye attım ben? Yok hayır psikolojik etkilerden bahsetmiyorum, zira kötü olması dışında beynime bir kötülüğü dokunmadı o açıdan ancak eğer migreniniz varsa, sabahlayıp dershaneye gittiyseniz ve eve dönüp kendinizi "Filmin...kalanını...izlemeliyim...öööö" diye bilgisayar karşısına attıysanız film sonrası yattığınız uykudan uyanınca kafanıza entansif tarım makineleri (yeah yeah, i know my geography...) tecavüz ediyormuş gibi uyanmanız pek de şaşırtıcı değildir... İşin kötüsü hepsine değer olabilirdi, film Ma Mere olmasaydı...
Konuyla ilgili hiçbir problemim yok, ahlak açısından şoke edici konuların işlenmesini her zaman destekledim bu da bir istisna değil. Ancak ve ancak filmin realiteden kocaman uzak olması, ilişkinin gelişmesi gibi bir kavramı yok sayması herhangi birini deli etmeye yeter sanırım. Biri sözlük'te Louis Garrel'in "sanat için soyunurum" anlayışının istismar edilmesi demiş. Ben de kendisine çok doğru diyorum. Cristophe Honoré -ki kendisini Les Chansons D'amour'da desteklemiştim- filmi resmen "Ohhhh ergen ergen Louis Garrel... ohh kıçını şu açıdan da çekeyim, biraz da bu açıdan, Louis fazla giyiniksin mümkünse derini de at!" duygularıyla çekmiş. Öte yandan bir başkası da "İsabelle Hupert yaşlandıkça azıyor!" gibi aptal bir yorumda bulunmuş, onun da yorumunu en az film kadar aptal buluyorum. Grafik seks sahnelerinin olduğu filmlerde oynama cesaretini göstermek azmak oluyor evet. Evde sikemedim sette sikerim diye insanlar aktör/aktris oluyor zaten. Ayrıca bu yorumu yapan kişi Haneke'nin Pianisti'ni işin içine katarak bunu söylediyse kendisini Haneke'yi kafasına kafasına vurmak suretiyle dövmek istiyorum. Bu geri zekalılar sonra "Hmm evet sinema, festivaline falan giderim ben, yönetmen kendini aşamıyor ma şeri" diye etrafta dolanıyorlar sonra...
Öhöm, her neyse, filme dönersek, Bataille'ın kitabını okumadım ancak eminim ki karakterlerin duyguları kendilerini o sonuca iten olaylar, hisler çok daha iyi belirtilmiştir. En basitinden, Pierre'in kitapta çok bağnaz bir kafa yapısına sahip olduğunu bilirken filmde iki ezbere dua okudu diye "Ay bak çocuk ne dindaaaaar" sonucu çıkartmak zorunda değiliz. Nedir yani, ödüm bokuma karışsa ben bile "Tanrı benim çobanımdır, benim eksiğim olmaz..." diye başlayabilirim (Mr. Gacy aren't we alike?...) . Her şey bir kenara, cidden, in psychology I trust'ı vurgulayarak, davranışların neden ve sonuçları ve ben sadece davranışı sonra da siktiriboktan sonucunu görüyorsam o film benim için iyi işlenmemiştir. Bir de tabii olayların daha gerçeğe yakın olmasını dilerdim ama film tamamen bol miktarsa lsd'ye bulanmış bir zırvalık dilimiydi. Louis Garrel'in yine oyunculuğu konusunda bir problem yok. Belki bir iki sahnede daha farklı bir ses tonu isterdim ama tüm o boktanlığa rağmen en azından kendisi vardı diyorum. Sanırım Honoré de aynısını demiş çünkü yukarıdaki karikatürize anlatıma rağmen beyefendinin Louis'yi ne kadar sevdiğini de dikkate alırsak film Honoré için bir oyun olmaktan başka bir şey değilmiş gibi geliyor bana. Bu noktada son bir de cinsel içerikli sahnelere değinirsek, gereğinden fazla agresif ve uçuk buldum dolayısıyla da yapay. Tam Marquis de Sade yapaylığında hatta ki bu durum Bataille'dan mı yoksa filmden mi emin değilim ama "Bakıııın ahlaksız kadın ne kadar da ahlaksız bir yaşam sürüyor ve bu kadar ahlaksızlık oğlunu bile nerelere sürüklüyor. Çok ahlaksıııız, biraz daha ahlaksız olamaz, o derece ahlaksız!!!" anlayışının film boyunca hakim olduğu reddedilemez.
Anne-oğul geyiği konusunda yine yeterli bir neden-sonuç ilişkisine sahip olmasa da Savage Grace'i tercih ederim kesinlikle ki onu da çok sevdiğim söylenemez, en fazla "fena değildi" diyebilirim ama ikisini karşılaştırınca Savage Grace donunda sallıyor...
Çok kötü, çok çok kötü ve hayır Louis Garrel'i "görmek" istemiyordum, hiç gerek yoktu ama gözüme soktuğun için çok sağol Honoré, evet evet hepsi sanat için eminim...

P.S: Savage Grace deyince aklıma gelmişti, geçen sene bu aralarda geometri dersimden eve dönerken vapurda Matmazel Luzrette'e rastlamıştım ve filmden bahsetmiştik. Ve hayır her sene bahar aylarını anne-oğul ensest ilişkisi üzerine kurulu filmler izleyerek geçirmiyorum. Sadece tesadüf...gerçekten...
P.S2: Bataille Savage Grace'teki ailemizin dostlarından biriydi yanlış hatırlamıyorsam...

8 yorum:

pk. dedi ki...

ma mere i izlemediğim vede görünüşe bakıkırsa izlemeyeceğim (bundan sonra BOK izlerim film zevkine fazlasıyla güveniyorum yok yani)ancak la belle personne itibariyle Honoré'yi kısmen kendini tekrar ettiğinin bilincinde olmakla birlikte küçük kalplerle anmaktayım o yüzden hafiften aaaa, niyeeee moduna girdim, girmedim değil.

mailine cevap vericek zaman bulamadım ancak okudum, ve henüz cevap verememiş olmam kafamda 36 kere o maili yazmadığım anlamına gelmiyor. hatta bugün (akşam) olaylar "sanayazılacakmail" formatında gelişti, o derece yani. zaten yeni geldim, readerıma baktım, şimdi allahın emri pygamberin kavliyle sızacam.

en ksıa zamanda mail ytazmazsam beni spank eyleyebilrsiniz.

Charlotte dedi ki...

Ya sorma, yani tamam high expectations ile filme başlamıştım ama low ile başlasam da sanırım görüşlerim değişmezdi, film Louis'den zevk almamı engelledi, o derece yani -_-
Yazmayı planladığınız mail için bir deadline yoktur, o yüzden keyfinize bakınız. Ayrıca yazmazsanız da önemli değil 'cause I'll get to spank you, win win situation my dear~~
Bu muhteşem vocabulaire'ime rağmen İngilizce hocam nereden puan kırıp da 100 almamı engelliyor bilemiyorum. Belki bu gidişle kendisini de spank eyleyeceğimi bildirirsem durum değişir?...

Adsız dedi ki...

The Dreamers sonrası Louis Garrel'e tapmıştım, sonra geçen sene Christophe Honore'nin Les Chansons d'amour unda daha da bir bayıldım kendisine. 2 gün önce de La Belle Personne'u izledim ve anladım ki; Christophe Honore iyi güzel hoş filmler çekiyor; fakat filmlerine mutlaka bir kalıp dayıyor; ki filmleri izlendiğinde kendisinin sadece bir filmini izleyen bile ''Aaa bu Honore'nin filmi'' desin. Ma Mere'i de merak ediyordum; ancak bu yorumdan sonra muhtemelen ben de bir dizi edasıyla toptan izlemeyip bölümler halinde izleyeceğim.

Charlotte dedi ki...

Ben de dün izledim La Belle Personne'u ve aynı duygularla çıktım sinemadan. Honoré'nin çok sevdiğim detayları var her filmine serpiştirdiği. Özellikle iki erkek arasında bir ilişkiyi anlatırken olayın içine çok doğal "oğlansı" davanışlar katmayı mükemmel bir şekilde başarıyor. Les Chansons d'amour'daki son sahnedeki tokat geyiği ya da La Belle Personne'da Martin'in Matthias'ı sırtında taşıması gibi.
Ama tabii "kalıp" yorumuna da katılıyorum kesinlikle. Ma Mere ise belli, daha Honoré'nin çok toy zamanlarından kalma ve hata dolu. İzlerseniz yorum beklerim kesinlikle :)

luzrette dedi ki...

la belle personne.

lui lui nereye kadar.

yukardaki hala cevap girişmediyse dövebilirsin yalana sölüyo bal gibi zamanı var.

lui lui benim saçım seni döver.

o dill de la balle personne daki hatunu gerçekliğime ampute etmeke istiyorum.

bu aralar gerçekliğim pek gerçek değil biliyosun.

çadırımızın rengi ne olsun ?

Charlotte dedi ki...

Yukarıdaki bol bol cevap verdi merak etmeyiniz :)
Ayrıca adil bir yarış değil, bırakın Louis'yi sizin saçınız herkesin saçını döver...
Gerçek olsun olmasın sizin gerçekliğinizden bir dozun kızımıza iyi geleceğine inanmaktayım.
Çadırı için önerim gökkuşağı modeli olur~~

luzrette dedi ki...

sen de parker-spiderman gibisin.
kaderdaşız adeta.

Gökkuşağı muşağı bunlar benim algımı hala idrak yönüne şevkeden şeyler değil.

Charlotte dedi ki...

Hmm o zaman çadır için daha endüstriyel bir renk öneriyorum. Ortama hazırlık olur hem?