29 Ocak 2009 Perşembe

Etnik Mutfak

Amcanın kelimeye neden karşı olduğunu anlattığı esnada ben yemeğe kilitlenmiş olsam da açıklamayı sevdim. Yemeğin üzerinde ırkın değil coğrafyanın etkisi olur diyordu kendisi. Nice..
Neyse, yorucu birkaç günden sonra kendime nostalji adı altında işkence yapmaya devam ediyorum. O akşam N. ile mükemmel ortamımızı kısa süreliğine de olsa yarattığımız dakikalarda yaptığımız sohbet sonrası kendime aşırı miktarda abuk 90'lar şarkıları enjekte etmeye karar verdim. Sonuç ne karar veremiyorum.
Soldier's Girl'ü bir kez daha patlatıp etkisine girdikten sonra hayatla ilgili kararlarıma bir yenisini ekledim, mümkün mertebede Lee Pace'in karnında yaşayacağım. Rica etsem "kadın kıyafetleri" de giyebilir belki (tırnak içinde yazdım çünkü kıyafet gibi bir kavramın erkek/kadın diye ayrılmasını abuk buluyorum esasen) ? Aman giymese de olur esasen, karnında yaşamak yeter işte...
Filmden adam gibi bahsetmek isterdim esasen ama kafamda bir şey toparlayamıyorum şu anda. İsteyen izlesin, beğenmeyen de bok yesin efenim.
Bir de son olarak kızsal davranışlar beni deli ediyor cidden. Bir de erkek muamelesi görmek. Abuuuuuuuuuuuuuk (PK knows what I mean), pfff~~

18 Ocak 2009 Pazar

My Mistake

Bir önceki yazımda Soldier's Girl'ün yeniden çekimi falan demişim, yanlış, tek çekimi.
Bu arada filmi izledikten sonra hatırladım, Calpernia ile önceden tanışmıştım ben, Youtube'da transseksüeller ile ilgili yanlış fikirleri yıktığı dönemde kendisine pek bir bayılmıştım.
Filmden, Calpernia'dan, olan bitenden ve tabii ki Lee Pace'ciğimin mükemmelliğinden sonra bahsedeceğim sanırım. Önce Sayın Ç. ve N.'nin filmi izlemesini istiyorum.
Unutmadan Possession adlı filmde kendisinin yanına Sarah Michelle Gellar gerzeğini koyan casting şahsını da öldürmek istiyorum. Hollywood yutmamalı bu adamı...
Son bir şey, ah sayın k.d. lang, varlığınız klişe olmasına rağmen sesiniz muhteşem ve şu esnada Consequences of Falling (filmi izledikten sonra dinlemeniz tavsiye edilir) adlı şarkınızla kendimi öldürmekten garip bir zevk alıyorum~~

13 Ocak 2009 Salı

Cutie Pie

Lee Pace that is...

İlk olarak gerçekten, benim bir lokma bile olsa hmm dediğim herkesin taşının altından mı bir iki şey çıkar. Kendisi televizyondaki oyunculuk kariyerine Law & Order : SVU ile başlamış ki hemen size diğer birkaç guest star'ını hatırlatayım dizinin: Gale Harold, Kate Moenning, Michael Pitt ve şu anda aklıma gelmeyen çeşitli diğer ruh emiciler (in a good way)...

Bir başka şey ise, vaktiyle "Etrafta ne kadar eşcinsel temalı film varsa izlemeliyim" krizimde (hah, zamanım olsa yine o krize girerim, mümkünse çıkmam, mersi efenim) her türlü "bilindik" benzeri temadaki filmi araştırmıştım. Bunlardan biri de eski bir yapım olan Soldier's Girl idi. Gerçek bir olaya dayanan film diğer asker arkadaşları tarafından, transseksüel bir bayanla birlikte olduğu için dövülerek öldürülen amcamızın hikayesini anlatmakta idi. İlginç olsa da daha ilginçleri vardı ve ben bunu atlayıp daha ilginçlere koştmuştum. 2003'te ise şöyle bir şahanelik oluyor, Showtime bu filmi yeniden çekmeye karar veriyor ( God save the Showtime, which airs some of your favorite shows like Queer as Folk and The L Word! [ki Dexter da var aslında ama konsepte mi uymuyor ne? Seri katil sapıklığımı başka bir entry'de konu edinirim]). Yapımda bahsi geçen transseksüel bayanı oynamaka görevlendirilen kişi ise, evet evet bu yazımızın da kahramanı olan Lee Pace~~ Yakın zamanda beni kendisine iyice hasta etmiş olan bu şahsiyete her ne kadar "İyi de o herifin boyu kaç ayrıca ne alaka lan, surat falan, yok abi olmaz..." gibi yorumları akla getirebilecek olsa da sırf bu şahaneliğinden kocaman bir brownie point veriyoruz. Sonra o brownie point'i alıp 10 ile çarpıyoruz çünkü kendisi aşağıdaki kadar şahane gözükmeyi başarabilmiş.

Son olarak ise kendisine brownie fabrikasını alıyorum çünkü kendisi aşağıdaki lafları edebilmiş bir bireydir. (Evet doğru tahmin A'lar Lee Pace...)

Q: I have friends who say that if a straight man convincingly makes out with another man on screen, then he must at least be bisexual. I say it’s the same as a gay man convincingly making out with a woman. It’s called acting.

A: It has to be honest though. If it’s not honest, it’s not really worth it. It’s not going to be compelling, you know what I mean?

Q: Um...

A: It’s real. I mean me and Troy would act up when we were hanging around the trailers and stuff, and we’d play Playstation, but when we got on the set, we did take that seriously. Because it was real, it was like a real love affair that they had and it was passionate

Sözlerimi Lee Pace çok büyük desteklemekteyim seni diyerek ve bir kez daha ruhumun sapkın yanlarına olan güvenimi yerine getirmiş olmasından dolyı büyük şükran duyduğumu belirterek bitirmek isterim. Pushing Daisies başlasa da izlesem ^^

P.S: Imdb'nin nedense hep Amerikan çıkan üyelerine bayılıyorum doğrusu. Anında thread açılmış adam hakkında "Gay or straight?" diye. Ne fark ediyorsa...

Xena vs Hercules

Blog'umu açıp bir önceki fotoğrafı görmekten sıkıldım. Yeni entry'min pek işlevi yok ama en azından bir zamanlar yukarıda olan arkadaşı aşağı indirir (ki bu bile bu entry'yi işlev bakımından bir öncekilerden üstün kılar).
PJ'in bana eşlik ettiği şu günlerde kafayı yememek için kendimi oldukça zor tutmaktayım. Sanırım her türlü yoğunluğa rağmen etrafımdakilerin hayatında bir şey dönüyor olması, benimse kendimi hep ortada, organizatör şahıs olarak bulmam komik. Hoş kendi hayatımda bir şeyler döndüğünde bilinçaltımın verdiği tepki de şahane oluyormuş, cumartesi sabahı onu fark ettim. Bilinçliyken kötü hissetmediğim hatta kötü hissetmeyi saçma bulduğum bir şey uyumamla nasıl vicdan azabına dönüşüyorsa artık...
Neyse, cuma kendimi şımartacağım, izlemek istediğim bir sürü de film var, belki, vaktim olursa, en azından bir tanesine?...
Ben şimdilik Gossip Girl indireyim evet...

9 Ocak 2009 Cuma

XOXO işte tam olarak budur


Yaşasın insanların özel hayatını sikip atmak, yataklarını ifşa etmek ve benzeri her şey. Ünlü olunca tüm o kavramlardan feragat ediyorsunuz hatırlatırım...

Porselen'e ve Luzrette'e sevgilerle, xoxo

3 Ocak 2009 Cumartesi

Laaaaast Christmaaaas

I gave you myyyy heaaaaart but the very next daaaay you gaaavee it awaaaay. Öhöm, fonda pek tabii ki George Michael var ve hayır 80'lere özgü ucuz erotik film havası yaratmak istediğimden değil. Geçen sene bu zamanlara doğru Nişantaşı'nda -neden orada bulunduğumun ciddi sebepleri var bien sûr- saat bilmemkaçta, C. ile ortak George Michael aşkımızı Last Christmas'ı anırarak ilan ediyorduk, oradan aklıma geldi. Şimdi bırakın Nişantaşı'nın C. ile okul kapısından birlikte bile çıkamıyoruz neredeyse. Sabah kahvaltı keyfimiz var orası ayrı.
Her neyse, asıl bahsetmek istediğim başka bir şey ancak şu esnada karar veremiyorum paylaşsam mı paylaşmasam mı. Şöyle ki; hayatımın filmlerinden birini izledim birkaç gün önce. Gerçekten, dünya üzerinde bu kadar büyüleyici bir film olması hem de dünyevi güzelliklerden faydalanarak. Film kesinlikle paylaşılmayı hak ediyor, film kesinlikle herkes tarafından bilinmeyi hak ediyor ancak bencilliğimin haddi hesabı yoktur. Özellikle konu kültürel materyaller olunca. Hmm sanırım şu anda hiç paylaşasım yok filmi çünkü paylaşırsam Eternal Sunshine'ı ucuzlaştıran ve 2 haftadır "çıktıkları" için aşık olduğunu zanneden çiftlerin "Ay en sevdığııım fiiiilm" geyiğinin farklı versiyonları bu film üzerinden dönecek. Ve hayır bu bir aşk filmi değil, daha doğrusu aşktan çok daha fazla duygu var etrafta.
Sadece bir ipucu şimdilik, geçen yıl film festivalindeymiş film. Ayrıca Bang Bang Wo Ai Shen'e bilet alıp da bu filme bilet almayan kafamı siksinler, evet, 6 mı 8 mi ne saat kuyrukta bekle ondan sonra bu filmi kaçır. ya neden hep benim en sevdiğim filmler kaçırdığım festival filmleri oluyor. Neyse, Öss bitsin ruhumu sinemaya adayacağımdır. Bu gidişle bir de George Michael'a, evet canım, bence de başkasına ver sen o heart'ı...
Öte yandan hazır gözlerinizi sinema açlığı ile sulandırmışken başka bir tavsiyede bulunabilirim. Hem eğlenceli hem faydalı kategorisine giren bir film size, spoiler vermiyorum merak etmeyin; Die Welle...
Kıçınızı kaldırın, izleyin. Belki böylelikle tüm Kürtler'in terörist olduğunu düşünecek kadar aptal insanları da bu film ile kurtarabilirsiniz (geçen bu sözlü olarak duymak zorunda kaldığım bir şeydi, ne güzel değil mi?)...
Filmin konusuna gelirsek, bir Alman lisesinde proje haftası gerçekleşmektedir. Konu yönetim şekilleridir. Üzerine "Punkçı, 1 Mayıs müdavimi" gibi etiketler yapıştırılmış (ki bu benim sarkastik yaklaşımımdaki kadar rahatsız edici değil filmde, sadece şimdi bahsederken rahatız etti öyle bir) alternatif hocamız Reiner(miydi ki?) proje haftasında tahmin edeceğiniz üzre Anarşi Sınıfı'nı almak ister. Okul yönetimi kendisine "Babayı.." dedikten sonra Reiner'imize Otokrasi Sınıfı kalır. Öğrenciler de baygınlık içerisindedir zira Alman Eğitim Sistemi II. Dünya Savaşı ile kafalarını en az bizim Kurtuluş Savaşı ile doldurulmuş kafalarımız kadar doldurmuştur. Ve öğrencilerden biri "Röarh, artık ne diktatörlüğü Almanya'da, böyle şeyler için çok bilinçliyiz!" der. Reiner de bunun üzerine "Öyle mi?" diye sorar ve olaylarımız bu noktadan itibaren başlar.
Abuk anlatımım bir yana cidden, çok iyi bir film. Belki sonu biraz zayıf kalmış olabilir ama o da fena değildi ya. Bir de film, konusu ağır gibi gözükse de i-na-nıl-maz sürükleyici. "Dakikaların nasıl geçtiğini anlamıyorsun" derler ya, aynen işte.
Neyse özetle izleyiniz, izledikten sonra buraya geliniz, çekinmeyiniz benle tartışınız. Zira filmleri analiz etmekte geleceğin Slavoj Zizek'i olmak istiyorum. Olacağım da, İKSV beni bekle!
60. yazımı noktalar ve de dayanamaz yakın zamana ithafen XOXO derim. Pazartesi yeni bölüm geliyor, yehu!
P.S: Psikoloji okuduktan sonra bir dergide çalışabilirim aslında film analisti olarak. Oh yeah, ondan sonra İKSV'nin başına geçerim, zengin olurum, her istediğim dvd'yi alırım, Asia Argento ile tanışırım, yeterince şansım varsa kendisi oldukça sarhoş olur falan, BZZZZzzzZZZ *system overload*