28 Nisan 2009 Salı

Soru;

Bir cesede uzayda ne olur? Yani çürümek ya da basınç farkı yüzünden patlamak falan açısından, bir ceset uzaya koyulsa başına ne gelir? Bilen var mı?

22 Nisan 2009 Çarşamba

This Whole Twitter Thing is Getting A Little Messed Up...

Oha, önce Hal Sparks'ı Gene Simmons'ın daha genç versiyonu olarak bulmak (tam böyle 80'lerde iş yapmış 90'larda işi bitmiş hair metal üyesi amca gibi, ıyyyk feci lan...) sonra da Katherine Moenning'in 30 Seconds to Mars'ı follow eylediğini görmek.
Bu ne be? Twitter'la ünlü röntgenleme isteği falan kalmıyor içinizde çünkü röntgenlenecek bir şeyleri olmadığını görüyorsunuz. Hadi çok korkunç olsa da belki Hal Sparks'ı böyle kabul edebilirim -ya da edemem, bilemiyorum, çok korkunç lan, kafanıza "ezik aşık" olarak kazınmış birini "My wife is a porn star and sure dear, I'll sign your boob" kıvamında düşünün, yayks- ama 30 Seconds to Mars?! Kate senin yaşın 30, bu ergenlik niye? Kabul Jared senin iki katın yaşında ve hala emo, ama o Jared, zaten onu umursayan yok, her filmde görüp "Aaa yine Jared Leto" dediğimiz biri kendisi.
Korktum lan resmen...

anneciğim.

ÖTE YANDAN; şu esnada öğrendim ki Peter Paige History Boys'un LA versiyonunda oynuyormuş *jawdrop* ... History Boys'u izlemiş ve Peter Paige'i bilen bir insan olsa şu anki halimi anlardı ancak bu konuda büyük ihtimalle yalnızım. Merak ettiğim şey ise Peter Paige'in role uyup uymayacağı, şu anda adını hatırlamadığım ancak orijinal kadroya dahil ve filmde de oynayan İngiliz beyefendi rolün sözlük karşılığıydı çünkü.

Oha bu arada, QAF kadrosuyla ilgili bir çok yeni materyal geçiyor elime ancak güneş doğmak üzere ve ben biraz uyumak zorundayım. O zaman önce As the World Turns sonra da uyku, evet...

21 Nisan 2009 Salı

We Should Go Back to the Island

Çok pis sıkıldım, feci hem de. Öss'ye bu kadar az kala depresyona girmem tam bir aptallık olur ama son iki günümü test kitaplarından kaçarak geçirmek dışında bir şey yapmadım ama biliyorum ki eğer şu anda kendimi elime bırakın test kitabı yaprak test bile almaya zorlarsam çıldırıp aylar boyunca yataktan çıkamayacağım. 1,5 senedir bir sürü nedenden dolayı kendimi tutuyordum ve galiba artık olmuyor.
Sanırım yarın sabah çooook erken adalar vapuruna bineceğim. Belki Büyükada'da inerim belki de sadece vapura binerim bilemiyorum. Belki yolda temiz hava falan iyi gelir ve test çözebilirim tekrar. Panik ataklarım kapıyı çalışıyor bu ara, test çözmemenin getirdiğ vicdan azabı da var sanırım. Temiz hava panik atağı önleyebilen bir şey değil ama en azından oksijenle temasım biraz daha fazla olur diye düşünüyorum.
Ya da belki de i-pod'a yüklediğim edebiyat özetlerini dinleyerek Bostancı'ya kadar yürürüm. Uzun zamandır yapmadığım bir şey sanırım yürümek de. Sabaha karar vereceğim sanırım. Ama adada bir bardak çay içmek çok büyülü geliyor şu anda...

18 Nisan 2009 Cumartesi

Even a Soap-Opera Can be Fun When You Add a Little Bit of Rainbowdust in it

Ay gece gece çok eğlendim. Sabaha kadar da eğleneceğim sanırım. Tamam hemen anlatıyorum.
As the World Turns adlı bir dizi var, 1956'da başlamış ve hala present, üstelik hafta içi her gün yayınlanıyor. Yuh değil mi? Hatta 13000 bölümleri mi ne varmış, çüş efenim çüş...
Dizi '88 senesinde soap-opera'lara ilk gay karakteri katıyor.
Ancak bizim işimiz daha yakın bir zamanda; 2007. Dizi sezon sezon ilerliyor gibi. Belli karakterler üzerinde yoğunlaşarak geçiriyor hayatını, karakterlerin hikayesi bittiğinde hooop yeni chapter. İşte 2007'ye geldiğimizde bu sefer ilk çatır çatır gay karakterle tanışıyoruz. Özetlersek; straight guy crush. Bir karakterimiz (Luke) pek arkadaşının erkek arkadaşından hoşlanmaya başlar (Noah) ama Noah pek tabii ki straighttir, yoksa değil midir, yoksa nedir, dı dı dı dııımmmm!
Hayatından bezmiş ve varolan her yerde gay dramayı kabul edebilecek bir insan olarak (ve çok şahane bir sahne izleyerek bu diziye adım atmış biri olarak) koşun diyorum. İzleyiniz acil. Ve tamam karakterler biraz fazla erkeksi olabilirler ama şikayet edecek durumda değilim. Queer As Folk ile televizyonda adam gibi bir gay yapım da olmadı zaten (buna sevmeme rağmen -en azından ilk 2 sezonu- The L Word de dahil), bunla idare edeceğiz artık.
Çocuklarımız için; http://en.wikipedia.org/wiki/Luke_Snyder_and_Noah_Mayer (sarışın/Luke tam boyband üyesi, hatta Westlife mı ne vardı ondaki geniş suratlı çocuk, hatırladınız değil mi, evet o...) Yalnız çok pis spoiler var sanırım, dikkat ediniz.
Ben şimdi diziye dönüyorum ve saatin 03:47 olmasını umursamıyorum.

P.S: Sevdiğim/hayran olduğum/takdir ettiğim herkesin eşcinsel ya da en kötü ihtimalle eğilimli çıkması beni çok eğlendiriyor. Bryan Fuller da gay çıktı (Pushing Daisies'i yaratan ve Heroes'un büyük sıçmışlığını toparlayan kişi) başkaları da var ama neyse, çok mühim değil. Acaba Pushing Daisies için Lee Pace'i Soldier's Girl'de görüp beğenip mi seçti diye sormaktan kendimi alamam.
Bu arada yakın zamanda Must read'e şahane gay bloglar yapıştıracağım, hak ediyorlar. Neyse Luke, Noah, durun geliyorum...

Aaah drama and gayness, what more can a human being want~~

14 Nisan 2009 Salı

What's the Difference Between Peanut Butter & Jam ?

Eğer izledilerse bir cümlelik bir şey N. ve Ç.'ye; Oha, Ted biziz, fark ettiniz değil mi?...
Ah bir de esprinin punchline'ını Barney'nin dudaklarını okuyamayanlar, HIMYM izlemeyenler ya da sadece sorunun cevabını merak edenler için aşağı yazacağım minimal harfler ile.


Bunun dışında;
Bat For Lashes*
My Brightest Diamond*
Antony & The Johnsons*
Jens Lekman*
Patrick Wolf*
Andrew Bird
The Dears*
CocoRosie
The Cure*
Ladytron
PJ Harvey*
Beirut*
Rufus Wainwright*
Turnede olup İstanbul'a gelip gelmeyecekleri belli olmayan isimler. Yalvarırım bu yaz hepsi ya da en azından yıldız koyduklarım gelsin. Oldukça boş ve programlara açık bir yazım var, kullanmalıyım kendisini (3 konserden sonra ağlayarak evimin ya da N. ve Ç.'nin evinin rahatlığına koşarım diye düşünüyor olabilirim ancak NEİN! Para mara dinlemem, hepsine giderim, ağlayarak da olsa giderim, evet...).
Bu arada yıldızlı isimlerin dördünü daha önceden izlemiş olmam başkalarına garip gelebilir ancak bu konserlerde yanımda olanlara gelmez sanırım.
-Bir de listede yok ama She Wants Revenge gelsin-
Things might be going well, and I'm not *that* depressed. We'll see what happens, neee? (oh ne kadar multilingue bir insanım, mon dieu mon dieu (şaka bir yana bu 5. dil oldu...) )

Bu yazımı eski bir şarkıyı söyleyerek kapatıyorum; Diiig meee nooow, fuuuuck meee lateeeer and sing it to the tune of faggot, faggot, faggot!

As for the punchline (i warn you, this one is dirty...);

You can't peanut butter your dick up someone's ass

11 Nisan 2009 Cumartesi

Gerçekten Bir Muamma

Fleetwood Mac'i sevmem. Öte yandan sorum şu, The Chain adlı parçaları nasıl bu kadar aptal folk-rock bir biçimde başlayıp 03:04 itibariyle bir anda Siouxsie kıvamlı post-punk moduna geçer? Ve de sen bu şarkıyı bu kadar iyi bitirebiliyorsan neden en başta öyle yapmadın ey grup. Sylar'a şükredin, dayanamayıp dinliyorum şu son kısmı. Chaaaaiiiiinnnnnsssss keeep uuussss togeeether

9 Nisan 2009 Perşembe

That's my old man for ya...

Tamam, bunu cidden anlatmam lazım. Galiba obzervasyon + özetleme yeteneğim babamdan geçmiş. Nedenini ise hemen söyleyeyim, az önce kendisi Japon pornosu kavramını olabilecek en mükemmel şekilde analiz edip maddeler halinde özetledi. Hem de seslendirme eşliğinde ("Ay hele o kızlar zannedersin dayak yiyorlar 'Iğğğhhhh aaaaaayyyhhhh, ühüüüüühhhh')... Babamla baba-kız kavramının bokunu çıkarmıştık da sanırım kendisi de inkar edemeyecek bu ikimiz için de yeni bir nokta oldu; porno muhabbeti yapmak Xd ... Ayh.. babama gülüyorum hala; "O aletlerle yarım saat bzzzt bzzzt, öff yani!". Kendisine katıldığımı belirttim, hafif bir "Japonya'da Seks" başlıklı seminer verdim kendisine falan. Çocukların babalarının (anne demeyeceğim ben siz isterseniz deyin) porno izlediği bilgisini görmezden gelmeleri gerekir, aynı şekilde babaların ve annelerin de çocuklarının porno izlediğini. Muhabbetin garip yönü oydu zaten "Ööö yani sen izliyorsun?" gibi bir bokluk olması gerekirken "Şimdi ikimiz de biliyoruz zaten..." tadında gelişti olay. Ahahha....
Neyse efenim, salı akşamı Ç.2nin de içime bir kurt düşürmesi ile dayanamayıp tecavüze uğraşmışçasına çizik Charon CD'mi müzik setine yerleştirdim. Özlemişim ya. Belli dozda goth juice lazım arada evet evet. Salı akşamı demişken, uzun zamandır geçirdiğim en güzel saatlerdi herhalde, gerek La Belle Personne'u izlerken gerek Ç. ile sinema öncesi ve sonrası muhabbetlerimizde. Film de, filmden sonraki "serseri" modumuz da pek bir içimdeki ergeni kamçıladı ki kendisi uzun zamandır zincirlerle kitli. Herhalde sinemadan çıktıktan sonra dream evime gidip oturabilmemiz, filmi konuşurken sabahlamamız falan için ruhumu satabilirdim. ama o rüyayı gerçekleştirmek için şimdi kalkıp çalışmam lazım. O yüzden bu noktada durup test çözeceğim. Fak...

5 Nisan 2009 Pazar

Your Mom.. Exactly..

(Spoiler yok sadece film hakkındaki düşüncelerim.) Kafa sağlığımı bu film yüzünden mi tehlikeye attım ben? Yok hayır psikolojik etkilerden bahsetmiyorum, zira kötü olması dışında beynime bir kötülüğü dokunmadı o açıdan ancak eğer migreniniz varsa, sabahlayıp dershaneye gittiyseniz ve eve dönüp kendinizi "Filmin...kalanını...izlemeliyim...öööö" diye bilgisayar karşısına attıysanız film sonrası yattığınız uykudan uyanınca kafanıza entansif tarım makineleri (yeah yeah, i know my geography...) tecavüz ediyormuş gibi uyanmanız pek de şaşırtıcı değildir... İşin kötüsü hepsine değer olabilirdi, film Ma Mere olmasaydı...
Konuyla ilgili hiçbir problemim yok, ahlak açısından şoke edici konuların işlenmesini her zaman destekledim bu da bir istisna değil. Ancak ve ancak filmin realiteden kocaman uzak olması, ilişkinin gelişmesi gibi bir kavramı yok sayması herhangi birini deli etmeye yeter sanırım. Biri sözlük'te Louis Garrel'in "sanat için soyunurum" anlayışının istismar edilmesi demiş. Ben de kendisine çok doğru diyorum. Cristophe Honoré -ki kendisini Les Chansons D'amour'da desteklemiştim- filmi resmen "Ohhhh ergen ergen Louis Garrel... ohh kıçını şu açıdan da çekeyim, biraz da bu açıdan, Louis fazla giyiniksin mümkünse derini de at!" duygularıyla çekmiş. Öte yandan bir başkası da "İsabelle Hupert yaşlandıkça azıyor!" gibi aptal bir yorumda bulunmuş, onun da yorumunu en az film kadar aptal buluyorum. Grafik seks sahnelerinin olduğu filmlerde oynama cesaretini göstermek azmak oluyor evet. Evde sikemedim sette sikerim diye insanlar aktör/aktris oluyor zaten. Ayrıca bu yorumu yapan kişi Haneke'nin Pianisti'ni işin içine katarak bunu söylediyse kendisini Haneke'yi kafasına kafasına vurmak suretiyle dövmek istiyorum. Bu geri zekalılar sonra "Hmm evet sinema, festivaline falan giderim ben, yönetmen kendini aşamıyor ma şeri" diye etrafta dolanıyorlar sonra...
Öhöm, her neyse, filme dönersek, Bataille'ın kitabını okumadım ancak eminim ki karakterlerin duyguları kendilerini o sonuca iten olaylar, hisler çok daha iyi belirtilmiştir. En basitinden, Pierre'in kitapta çok bağnaz bir kafa yapısına sahip olduğunu bilirken filmde iki ezbere dua okudu diye "Ay bak çocuk ne dindaaaaar" sonucu çıkartmak zorunda değiliz. Nedir yani, ödüm bokuma karışsa ben bile "Tanrı benim çobanımdır, benim eksiğim olmaz..." diye başlayabilirim (Mr. Gacy aren't we alike?...) . Her şey bir kenara, cidden, in psychology I trust'ı vurgulayarak, davranışların neden ve sonuçları ve ben sadece davranışı sonra da siktiriboktan sonucunu görüyorsam o film benim için iyi işlenmemiştir. Bir de tabii olayların daha gerçeğe yakın olmasını dilerdim ama film tamamen bol miktarsa lsd'ye bulanmış bir zırvalık dilimiydi. Louis Garrel'in yine oyunculuğu konusunda bir problem yok. Belki bir iki sahnede daha farklı bir ses tonu isterdim ama tüm o boktanlığa rağmen en azından kendisi vardı diyorum. Sanırım Honoré de aynısını demiş çünkü yukarıdaki karikatürize anlatıma rağmen beyefendinin Louis'yi ne kadar sevdiğini de dikkate alırsak film Honoré için bir oyun olmaktan başka bir şey değilmiş gibi geliyor bana. Bu noktada son bir de cinsel içerikli sahnelere değinirsek, gereğinden fazla agresif ve uçuk buldum dolayısıyla da yapay. Tam Marquis de Sade yapaylığında hatta ki bu durum Bataille'dan mı yoksa filmden mi emin değilim ama "Bakıııın ahlaksız kadın ne kadar da ahlaksız bir yaşam sürüyor ve bu kadar ahlaksızlık oğlunu bile nerelere sürüklüyor. Çok ahlaksıııız, biraz daha ahlaksız olamaz, o derece ahlaksız!!!" anlayışının film boyunca hakim olduğu reddedilemez.
Anne-oğul geyiği konusunda yine yeterli bir neden-sonuç ilişkisine sahip olmasa da Savage Grace'i tercih ederim kesinlikle ki onu da çok sevdiğim söylenemez, en fazla "fena değildi" diyebilirim ama ikisini karşılaştırınca Savage Grace donunda sallıyor...
Çok kötü, çok çok kötü ve hayır Louis Garrel'i "görmek" istemiyordum, hiç gerek yoktu ama gözüme soktuğun için çok sağol Honoré, evet evet hepsi sanat için eminim...

P.S: Savage Grace deyince aklıma gelmişti, geçen sene bu aralarda geometri dersimden eve dönerken vapurda Matmazel Luzrette'e rastlamıştım ve filmden bahsetmiştik. Ve hayır her sene bahar aylarını anne-oğul ensest ilişkisi üzerine kurulu filmler izleyerek geçirmiyorum. Sadece tesadüf...gerçekten...
P.S2: Bataille Savage Grace'teki ailemizin dostlarından biriydi yanlış hatırlamıyorsam...

3 Nisan 2009 Cuma

Lui should've met Sada

Saatlerimiz 04:48... Uyku tutmadı ya da sabah 07:30'da uykumu bölmek zorunda kalmaktansa uyumamayı tercih ettim. Bir film izledim, idare ederdi, tam "festival filmi".. bağımsızından hem de...
Şu anda Ma Mere'i indirmeye çalışıyorum. Son günlerin kurtarıcısı Louis Garrel ve ne ara o role büründü farkında bile değilim. Dün Moviemax'te bir filmine rastladım. Çok çok çok kötüydü.. Louis değil, o oyunculuk açısından beni hiç hayalkırıklığına uğratmadı da film cidden berbattı. İki gıdım Louis diye vereceğiniz 2 saate yazık(hani olur da filmi boşver Louis görelim diyorsanız), ha bu arada, filmin adı Actrices.. İzlemeyin...Cidden...
Ma Mere biterse dershaneye gitmeden onu izleyeceğim. Hatta bitmezse de bittiği yere kadar izleyeceğim. Böyle çok twisted bir durumdan çıkıp sonra hiçbir şey olmamış gibi normal insanların arasına normal insanmış gibi katılmak çok garip... Çok Peter Parker - Spiderman. Hele o twisted tarafınızın parçalarını yanınızda taşıyorsanız iki evren birbirine giriyormuş gibi oluyor birkaç saniyeliğine. I-pod'unuzu karıştıran arkadaşınızın kenar köşeye tıktığınız QAF VE TLW bölümlerini bulabileceğini düşünmek falan. Merhaba sınıf, buraya gelmeden önce Brian Kinney'nin asyphyxiation attempt'ini izledim ve şimdi yan sırada oturup soru çözüyorum...
Dün Razorblade Romance'i döndürdüm bir tur. İyice abukluyor muyum ne ama iyi geldi. İstemesem de orta okula dönüyorum gibi geliyor.
İşte tam da bu yüzden film izlemem ve kendimi unutmam lazım... Ma Mere'den sonra listede Gummo var ama onu izlemeye fırsat bulur muyum ki?...