15 Kasım 2008 Cumartesi

First I'm Gonna Make it Then I'm Gonna Break it till it Falls Apart

Günlerden cumartesi, saat 22:36 ve ben küçük çaplı bir kriz geçirmekteyim. Huzur bulabileceğime tek inandığım Suadiye'ye gidebilmeyi isterdim. Fonda Bring on the Dancing Horses çalsın (by Monsieur Bunnymen) , bir dolmuşla boktan ışıklandırmalı sahil yolundan önce Bostancı'ya sonra Suadiye'ye, camlar da azıcık açık olsun. Umarım yollar da ıslaktır, ışıkların yansımasını seviyorum çünkü. Gizli gidilen konserlerden ya da filmlerden sonraki dönüş yolculukları gibi. Yolculuktan sonra da geriye kalan tek materyal Earl Grey olur ki kendisinden daha egzotik ve lezzetli çaylar olabilir ancak onun kadar nostaljik ve klasik bir çay daha olamaz. Sonra arada ne kadar uyku bastırırsa bastırsın sabaha kadar ayakta kalmak ve konuşmak istiyorum. O süreye kadar da bir paket Djarum bitmiş olur hem. 2 haftadır ağzıma sigara koymadım, öyle aptal oyunlarım vardır "Bakalım ne kadar dayanabileceksin" gibi, bir şeye abandığımı görünce sırf ceza olsun diye kenara atmak. Sanırım yaşım şu anda yaşadığım hayat için fazla büyük ve artık sabahın köründe kalkıp üstüme bir üniforma geçirmek ağır geliyor. Her şeyi siktir edip kıçımı tıpkı 3 yazdır ve yaklaşık 10 senedir -aralıklık olarak- yaptığım gibi Suadiye'ye monte etmek istiyorum ben. Ya da Suadiye'dekiler neredeyse oraya.. Dizilerdeki insanları kıskanmaktan ve saçımın dökülmesinden bıktım çünkü.
Özledim~~

Hiç yorum yok: